Anlayamıyorum vol 769546978 :Ardında hiçbir şey bırakmamak neden korkutur insanları? Neden hayata yeterince tutunabilmişler gibi ölümden sonrasına da tutunmak, kalıcı olmak isterler? Yani.
Bak işte yaklaşıyor fırtına,
Bak yine yükseliyor dalgalar,
Yıllardan sonra, yollardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Yıllardan sonra, yollardan sonra
Yeniden yan yana onlar
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan,
Denizlere çıkar sokaklar... / Bunu dinlemek istiyorum
Camın buğusuna hoşçakal veya seni seviyorum yazmak zannedildiği kadar romantik değil bence. İlgili kişi uyanana kadar o cümlenin ağzı yüzü kayar olur sana korku filmi. En güzeli ruj.
Çünkü ben deliyim.
Dışarıdan baktığınız hiçbir dünya içinde olmak isteyeceğiniz ya da istemeyeceğiniz kadar iyi veya kötü değil.
Egonuz sürekli beslenmeyi bekleyen ve beslendikçe midesi daha da genişleyen bir hayvandır.
Siz onu beslemeye devam ettikçe de daha çok büyüyecek, daha çok doygunluk isteyecektir. Daha çok sağ duyu, daha çok empati, daha çok hoşgörü. Taki siz de olumlu tek bir duygu kalmayana, ruhunuz sevilmeye muhtaç, içi boş bir kabuğa dönüşene kadar.
Egonuzu, insanlığınızı unutmayacak kadar besleyiniz.
Finanse edemeyeceğin hayallerini de al git.
Geçen gün klasik hesap ödeme kavgası yapan orta yaşı geçmiş iki hanım arkadaş takıldı gözüme arkadaşımla kahve içerken. En sonunda biri telefonuyla ilgilenirken diğeri kalktı hızlıca kartını garsona verip hesabı ödemek istedi. Tam işlem yapılırken diğeri fark etti ve herkesi rahatsız edecek şekilde garsona bağırarak ayağa kalktı :
- Sen bilmiyor musun masada büyükler varken küçükler hesap ödemez. Ne diye alıyorsun hemen kartını. Çıkar şunu şuradan, çıkar. Çabuk!... v.s.
Zaten bağırış çağırıştan rahatsız olmuş, sohbetimizi bölüp oraya odaklanmışken garsonun ruh halini düşününce daha da sinirlerim bozuldu. Yahu kadın sen kendini ne zannediyorsun da orada asgari ücrete sen ve senin gibilerin kahrını akşama kadar çekmek mecburiyetinde olan bir insana terbiyesizlik ediyorsun? Hem de sırf arkadaşının yanında egonu okşamak için.
İnsanları gerçekten sevmiyorum...
Hayatımda hiç bir zaman geçtiği yerde parfüm kokusunu bırakan, upuzun güzel saçları rüzgarda dalgalanan, topuğunu sesi kendinden önce ilgi çeken, karşı cinste şehvet uyandıran kusursuz bir kadın olmak istemedim.
Kısacık saçlarıyla sokağın ortasında kimseye aldırmadan en salak hareketleri yapan bir kız çocuğu olarak kalmak istedim hep. Kaldım da.
Itazura Na Kiss gibi bir animenin bu kadar sevilmesine hala inanamıyorum.
İçimden geçenlerin hepsini, siyah-beyaz diye ayırmadan yazacağım bir blog hayali kuruyorum uzun süredir. Ne işe yarayacak bilmiyorum. Zaten işe yarayacağını bilsem bir dakika bile vakit kaybetmem. "Dear diary..." sadece ergenlikte geçerli bir terapi şekliydi sanırım.
Jile diye bir şey vardı eskiden. Öğrendiğim ilk moda tabiri oydu sanırım. Böyle kalın askılı normal elbiselere denirdi. Hatta ilk giydiğim gri elbiseye bile jile demişti terzi babaannem. Ama şimdi araştırdığımda yelek anlamına geldiğini gördüm. İlginç.
Kelebek fobim sadece yazlarımı zehir etmekle kalmıyor, bilinçaltımı da esir almış durumda kendimi bildim bileli. Yıllardır gördüğüm kabuslar bir yana, hangi korku filmine veya gizem hikayelerine baksam bir kelebek figürü, kelebek göndermesi. Yapmayın. Burası yeterince kalabalık.
Lunaparka gitmeyi çok özledim. Çocukluğuma renk süren tek mekan. Balerinin donuk, güzel yüzü ve arka planda illa Freed From Desire.
Mantıksız olan her şeyi ne kadar sevdiğimi zaman geçtikçe daha iyi anlıyorum.
Nokta. İlk ergenliğimde her cümlemin sonunda "bitti, nokta" demeyi pek severdim. Özellikle sinirliysem. Son sözü söylemişim gibi. Ah canım.
Otobüste anime izlerken bir kızın yaklaşıp "ya kusura bakmayın ama hangi anime bu, istemeden gözüm kaydı, çok ilgimi çekti" diyerek bir sohbet başlatıp bir ömür arkadaşım olması gibi bir fantezimin olduğu doğrudur.
Öpüşmek tüm tensel ve duygusal birlikteliklerin çok daha ötesinde bir eylem. Ne masum ne kirli. Hızla yıpratılan tüm duyguların aksine o arada bir köprü gibi her zaman sapasağlam.
Poşetlerin dibini deliyormuş marketler, teyzeler her geldiğinde 10'ar tane alıp çöp poşeti yapmasın diye :D
İşte böyle de güzel, böyle de samimi bir ülkede yaşıyoruz.
Radyo eksen bu aralar göz bebeğim. Akşama kadar kafamı sakin tutabilen tek şey. Eski dostumu tekrar hatırlattığı için Titania'ya da teşekkürler ♥
Sanırım hepimiz, sevmenin ve acı çekmenin birbirinden kolay kolay kopmadığını, alt akıntıları olan bir nehre girer gibi, bu duygulardan herhangi birinden suya girip derinlere doğru daldığımızda diğer duyguya rastladığımızı biliyoruz; hayat bize bir duyguyu diğerinden ayıklamanın pek mümkün olmadığını, duyguların orman perileri gibi yalnız başına gezmediklerini, her perinin bir de zebanisi olduğunu öğretti. Kristal Denizaltı - Ahmet ALTAN
Şimdi size, sizi sinirden kudurtacak herhangi bir yazı yazabilirim. Sen kudurmazsan yanındaki kudurur, ona dokunmazsa diğerine dokunur. Ama hiçbirimiz düşünmeyiz yahu bizim dünyalarımız, zevklerimiz, pencerelerimiz ayrı, neyin kıyaslaması bu diye...
Ağzımızdan salyalar akıta akıta hakaretleri sıralarız, zerre kadar çekinmeden...
Tahminen 13-14 yaşlarındayken aşk konusu açılmıştı 3 ablam arasında. (4 kardeşiz) Ben tabi konuyla henüz alakası olmayan biri olarak dinlemekle yetiniyorum. Konu döndü dolaştı somut şeylere geldi. Para, güzellik, yakışıklılık gibi. Ben de " ya bunların ne önemi var ki, seviyorsan gerisinin önemi yoktur demiştim"ölüm sessizliğimi bozarak.
En büyük ablam kafamın arkasına vurarak " sen ne anlarsın len daha" dedi ve bir güzel kahkaha attı. Kaç dakika güldü eşek sıpaları.
Ukalayım, mütevazıyım,cahilim,kültürlüyüm, aptalım,zekiyim,çalışkanım,tembelim,aşığım,nefret edenim, siyahım,beyazım ama benim, ben! Peki ya sen kimsin?
Üvey zemheri gözler üvey
Yer gök dört duvar sağır ağır ağır...
Düşmedim daha
Ah, dar sokak vurgunları
Kaldırın düşenleri ağır ağır...
Düşmedim daha
Ayaz vur vuracaksan, hiç utanmadan
Ey talih sen de dön döneceksen... / Bunu dinlemek istiyorum
Ve an geliyor olan oluyor... Kenarından köşesinden kırpmaktan yoruluyor, tamamen vazgeçiyorsun hayalinden. Kalbinde ömür boyu dolanacak hayaletini aslının yerine bırakarak.
Yıldız Tilbe. O ilk albümündeki şarkıları yazan kadından şu anki haline gelmen bile tek başına, dünyanın terkedilmiş ve lanetlenmiş bir yer olduğuna kanıt benim için. Hangi şarkıymış o?
Zamanında Af grubu vardı. Ne aşklara şahitlik etti şarkıları, benim bildiğim sadece biri.
Dönemin en marjinal grubuydu zira Grup Laçin vardı karşısında rakip olarak. Solistin uzun saçları dahi yetiyordu el değmemiş beynimizi büyülemeye.
Bizim müziğimize göre iyiydi, her iyi gibi silindi gitti.
Bak işte yaklaşıyor fırtına,
Bak yine yükseliyor dalgalar,
Yıllardan sonra, yollardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Yıllardan sonra, yollardan sonra
Yeniden yan yana onlar
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan,
Denizlere çıkar sokaklar... / Bunu dinlemek istiyorum
Camın buğusuna hoşçakal veya seni seviyorum yazmak zannedildiği kadar romantik değil bence. İlgili kişi uyanana kadar o cümlenin ağzı yüzü kayar olur sana korku filmi. En güzeli ruj.
Çünkü ben deliyim.
Dışarıdan baktığınız hiçbir dünya içinde olmak isteyeceğiniz ya da istemeyeceğiniz kadar iyi veya kötü değil.
Egonuz sürekli beslenmeyi bekleyen ve beslendikçe midesi daha da genişleyen bir hayvandır.
Siz onu beslemeye devam ettikçe de daha çok büyüyecek, daha çok doygunluk isteyecektir. Daha çok sağ duyu, daha çok empati, daha çok hoşgörü. Taki siz de olumlu tek bir duygu kalmayana, ruhunuz sevilmeye muhtaç, içi boş bir kabuğa dönüşene kadar.
Egonuzu, insanlığınızı unutmayacak kadar besleyiniz.
Finanse edemeyeceğin hayallerini de al git.
Geçen gün klasik hesap ödeme kavgası yapan orta yaşı geçmiş iki hanım arkadaş takıldı gözüme arkadaşımla kahve içerken. En sonunda biri telefonuyla ilgilenirken diğeri kalktı hızlıca kartını garsona verip hesabı ödemek istedi. Tam işlem yapılırken diğeri fark etti ve herkesi rahatsız edecek şekilde garsona bağırarak ayağa kalktı :
- Sen bilmiyor musun masada büyükler varken küçükler hesap ödemez. Ne diye alıyorsun hemen kartını. Çıkar şunu şuradan, çıkar. Çabuk!... v.s.
Zaten bağırış çağırıştan rahatsız olmuş, sohbetimizi bölüp oraya odaklanmışken garsonun ruh halini düşününce daha da sinirlerim bozuldu. Yahu kadın sen kendini ne zannediyorsun da orada asgari ücrete sen ve senin gibilerin kahrını akşama kadar çekmek mecburiyetinde olan bir insana terbiyesizlik ediyorsun? Hem de sırf arkadaşının yanında egonu okşamak için.
İnsanları gerçekten sevmiyorum...
Hayatımda hiç bir zaman geçtiği yerde parfüm kokusunu bırakan, upuzun güzel saçları rüzgarda dalgalanan, topuğunu sesi kendinden önce ilgi çeken, karşı cinste şehvet uyandıran kusursuz bir kadın olmak istemedim.
Kısacık saçlarıyla sokağın ortasında kimseye aldırmadan en salak hareketleri yapan bir kız çocuğu olarak kalmak istedim hep. Kaldım da.
Itazura Na Kiss gibi bir animenin bu kadar sevilmesine hala inanamıyorum.
İçimden geçenlerin hepsini, siyah-beyaz diye ayırmadan yazacağım bir blog hayali kuruyorum uzun süredir. Ne işe yarayacak bilmiyorum. Zaten işe yarayacağını bilsem bir dakika bile vakit kaybetmem. "Dear diary..." sadece ergenlikte geçerli bir terapi şekliydi sanırım.
Jile diye bir şey vardı eskiden. Öğrendiğim ilk moda tabiri oydu sanırım. Böyle kalın askılı normal elbiselere denirdi. Hatta ilk giydiğim gri elbiseye bile jile demişti terzi babaannem. Ama şimdi araştırdığımda yelek anlamına geldiğini gördüm. İlginç.
Kelebek fobim sadece yazlarımı zehir etmekle kalmıyor, bilinçaltımı da esir almış durumda kendimi bildim bileli. Yıllardır gördüğüm kabuslar bir yana, hangi korku filmine veya gizem hikayelerine baksam bir kelebek figürü, kelebek göndermesi. Yapmayın. Burası yeterince kalabalık.
Lunaparka gitmeyi çok özledim. Çocukluğuma renk süren tek mekan. Balerinin donuk, güzel yüzü ve arka planda illa Freed From Desire.
Mantıksız olan her şeyi ne kadar sevdiğimi zaman geçtikçe daha iyi anlıyorum.
Nokta. İlk ergenliğimde her cümlemin sonunda "bitti, nokta" demeyi pek severdim. Özellikle sinirliysem. Son sözü söylemişim gibi. Ah canım.
Otobüste anime izlerken bir kızın yaklaşıp "ya kusura bakmayın ama hangi anime bu, istemeden gözüm kaydı, çok ilgimi çekti" diyerek bir sohbet başlatıp bir ömür arkadaşım olması gibi bir fantezimin olduğu doğrudur.
Öpüşmek tüm tensel ve duygusal birlikteliklerin çok daha ötesinde bir eylem. Ne masum ne kirli. Hızla yıpratılan tüm duyguların aksine o arada bir köprü gibi her zaman sapasağlam.
Poşetlerin dibini deliyormuş marketler, teyzeler her geldiğinde 10'ar tane alıp çöp poşeti yapmasın diye :D
İşte böyle de güzel, böyle de samimi bir ülkede yaşıyoruz.
Radyo eksen bu aralar göz bebeğim. Akşama kadar kafamı sakin tutabilen tek şey. Eski dostumu tekrar hatırlattığı için Titania'ya da teşekkürler ♥
Sanırım hepimiz, sevmenin ve acı çekmenin birbirinden kolay kolay kopmadığını, alt akıntıları olan bir nehre girer gibi, bu duygulardan herhangi birinden suya girip derinlere doğru daldığımızda diğer duyguya rastladığımızı biliyoruz; hayat bize bir duyguyu diğerinden ayıklamanın pek mümkün olmadığını, duyguların orman perileri gibi yalnız başına gezmediklerini, her perinin bir de zebanisi olduğunu öğretti. Kristal Denizaltı - Ahmet ALTAN
Şimdi size, sizi sinirden kudurtacak herhangi bir yazı yazabilirim. Sen kudurmazsan yanındaki kudurur, ona dokunmazsa diğerine dokunur. Ama hiçbirimiz düşünmeyiz yahu bizim dünyalarımız, zevklerimiz, pencerelerimiz ayrı, neyin kıyaslaması bu diye...
Ağzımızdan salyalar akıta akıta hakaretleri sıralarız, zerre kadar çekinmeden...
Tahminen 13-14 yaşlarındayken aşk konusu açılmıştı 3 ablam arasında. (4 kardeşiz) Ben tabi konuyla henüz alakası olmayan biri olarak dinlemekle yetiniyorum. Konu döndü dolaştı somut şeylere geldi. Para, güzellik, yakışıklılık gibi. Ben de " ya bunların ne önemi var ki, seviyorsan gerisinin önemi yoktur demiştim"ölüm sessizliğimi bozarak.
En büyük ablam kafamın arkasına vurarak " sen ne anlarsın len daha" dedi ve bir güzel kahkaha attı. Kaç dakika güldü eşek sıpaları.
Ukalayım, mütevazıyım,cahilim,kültürlüyüm, aptalım,zekiyim,çalışkanım,tembelim,aşığım,nefret edenim, siyahım,beyazım ama benim, ben! Peki ya sen kimsin?
Üvey zemheri gözler üvey
Yer gök dört duvar sağır ağır ağır...
Düşmedim daha
Ah, dar sokak vurgunları
Kaldırın düşenleri ağır ağır...
Düşmedim daha
Ayaz vur vuracaksan, hiç utanmadan
Ey talih sen de dön döneceksen... / Bunu dinlemek istiyorum
Ve an geliyor olan oluyor... Kenarından köşesinden kırpmaktan yoruluyor, tamamen vazgeçiyorsun hayalinden. Kalbinde ömür boyu dolanacak hayaletini aslının yerine bırakarak.
Yıldız Tilbe. O ilk albümündeki şarkıları yazan kadından şu anki haline gelmen bile tek başına, dünyanın terkedilmiş ve lanetlenmiş bir yer olduğuna kanıt benim için. Hangi şarkıymış o?
Zamanında Af grubu vardı. Ne aşklara şahitlik etti şarkıları, benim bildiğim sadece biri.
Dönemin en marjinal grubuydu zira Grup Laçin vardı karşısında rakip olarak. Solistin uzun saçları dahi yetiyordu el değmemiş beynimizi büyülemeye.
Bizim müziğimize göre iyiydi, her iyi gibi silindi gitti.
Sevgiler Ponti'den.
İyi geceler!