Merhaba! Sanırım normale dönmeye can atıyoruz bütün bloggerlar olarak. 2 gündür sabahları radyoda dinlediğim mizah tabanlı programlar yastaydı. Bugün eskisi gibi mizaha geri döndüler. Ne kadar anlamsız geliyor her şey. Hayat acımasız şekilde devam ediyor, etmek zorunda. Bütün zamana yenik duygularımızdan sonra yapılacak tek şey artık herkes tarafından biliniyor. Umudum bari orada hayal kırıklığına uğramamamız yönünde...Geçen hafta, bu postu yazarken
şu an ağlıyorum ve entry giriyorum biliyor musun? klişesinin en canlı örneğini sergiledim okuyucu.
Cuma akşamı. Önümde 2 günlük tatilimin verdiği huzurla sakince keyif yaparken nereden aklıma düştüyse başlıkta yazdığım gibi artık kanıma işleyen efsane müzikal
Notre Dame De Paris'in
Tu Vas Me Detruire parçası düşüyor aklıma. Hemen açıp dinlemeye başlıyorum, bu güzelliği çok sevdiğim bir grupta da paylaşıyorum birileriyle aynı duyguları hissedebilmek için.
Canlı olarak izlediğimi rüyalarımda gördüğüm ve bu derece bir aşkla sevdiğim tek müzikal İstanbul'da sahneleniyor! Nasıl yani nasıl, nasıl diyerek delirmenin eşiğine geliyorum ve başlıyorum zırlamaya. Evet resmen Justin Bieber konserine gidemeyen bir genç kız gibi zırlıyorum.
Neyse sakinleşiyorum sonra.
"Zaten ilk gösterimi gibi olmasının imkanı yok. Oyuncular farklı, sesler farklı, hem fransızca bile değil" diye kendimi avuttuktan sonra (ki bunların baya baya mantıklı teselliler olduğunu anlıyorum sonradan) Notre Dame De Paris yazımı tekrar okuyayım diyorum bloğa gelip.
Ama öyle bir yazı yok??!!??
Benim dilimden düşürmediğim bu müzikal hakkında daha bir yazı bile yazmamışım. İnanın o kadar emindim ki şok oldum nasıl yazmam diye. Bazen bu blog başkasına aitmiş gibi geliyor (-_-)
O zaman hiç vakit kaybetmeden hemen yazmalı dedim.
Bu esrarengiz güzelliği, bu büyüyü, bu kendine aşık eden mükemmel sesleri...
Aşkın tutku halini anlatmaya soyunan eserler arasında izlediklerimin en güzelinin, burada da izi kalmalı.
Notre Dame De Paris, Victor Hugo' nun aynı isimli romanından uyarlama bir müzikal. Genel olarak ; Bir çingene kızı olan Esmeralda'ya ilk görüşte aşık olan 3 adamın öyküsünü eski zamanların büyüsü içinde, şiirsel bir dille anlatıyor. Yazının devamında konusu hakkında epey konuşacağım için uzunca anlatmayacağım. Roman hakkında bilgi edinmek için aşağıdaki vikipedia sayfasına gidebilirsiniz.
İlk kez 18 Eylül 1998'de Paris Kongre Sarayı'nda oynanan müzikalin orjinal kadrosu şu şekilde :
---------------------------------------------------------------------------------------------------
![]()
Hikayemizin etrafında döndüğü, -bu cümleyi hiç sevmesem de- güzelliğiyle baş döndüren, özgür ruhlu bir çingene kızı. Notre Dame De Paris katedraline geldiği andan itibaren etrafındakilerin dikkatini çeken, kederli geçmişiyle hikayemizin baş kahramanı Quasimodo'nun, başka biriyle nişanlı şair Phoebus'ün ve hatta dünyevi zevklerden vazgeçen rahip Frollo'nun dahi tutkusunu - aşkını kazanan kadın.
O, alışılageldiği üzere aralarında en yakışıklı olan Phoebus'e aşık olur fakat kaderinde sadece güzelliğinin bedelini en ağır şekilde ödemek vardır.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Esmeralda'ya bakışları bile can yakmaya yeten, daha bebekken çingeneler tarafından katedralin kapısına terkedilmiş, çok çirkin bir bebek olmasından dolayı Fransızca Quasimodo (eksik - tamamlanmamış) adı koyulan, hikayenin en yaralayıcı karakteri. Bir diğer adıyla meşhur
Notre Dame'ın kamburu.Rahip Frollo, Quasimodo adı verdiği bu bebeği sahiplenir ve büyüyünce ona zangoçluk (çan çalma) görevini verir. Zilin sesinden dolayı Quasimodo zamanla sağır olur. Esmeralda'ya olan aşkı saf, naif, bir o kadar da tutkuludur. Ve belki de 3 adam içinde aşkı gerçek olan tek kişidir.
Romanda Esmeralda çingeneler tarafından ailesinden kaçırılır ve yerine sakat bir bebek olan Quasimodo bırakılır. Yani Esmeralda çingene değildir ve Quasimodo'yla kaderleri doğuştan bu şekilde bağlıdır. Bu detayı da atlamak istemedim.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Katedralin rahibi. Hiçbir dünyevi zevk için inancından yıllardır vazgeçmemiş olan bu adam, Esmeralda'nın güzelliği karşısında çaresiz ve hiç olmadığı kadar zayıf bir adama dönüşecektir. Başta Esmeraldayı kendisinden ve çevresinden uzaklaştırarak duygularını önlemeye çalışsa da başaramaz.
Sonunda (belki de en çok kendine olan kızgınlığından) önleyemediği tutkularının ve şehvetinin, masum insanların hayatlarını tam bir trajediye dönüştürmesine sebep olur.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Phoebus -
Başka bir kadınla nişanlı olmasına rağmen Esmeralda'nın güzelliğine karşı koyamayan çapkın ve yakışıklı subay. Ve maalesef Esmeralda'nın sevdiği adam... (neden hep böyle olur ki? )
Frollo'nun düzenlediği komplo karşısında Esmeralda'yı yalnız bırakarak aşkının geçici bir heves olduğunu göstermekle birlikte ikilemde kalmış çaresiz bir adamın ihanet çizgisinden geçişinin sancılı sürecini gösterecektir bize.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Ana karakterler bu şekilde.
1998 yılında ilk kez sahnelenen halinin üstüne bence ne duygu, ne teknik, ne de müzikal açıdan geçilemez. Bunu diğer versiyonlarını yarım yamalak izlemiş biri olarak yapmam belki saçma ama böylesine büyülendikten sonra daha iyisinin olacağına inanmam mümkün değil. Zaten parçaların ingilizce söylenmesi dahi yetiyor büyüsünü bozmaya.
Müzikali bu kadar sevmeme neden olan şey güzel-çirkin, aşk-şehvet, doğru-yanlış kavramlarını bu kadar iyi ele alması. Zıt gibi görünen kavram veya duyguların aslında ne kadar da birbirine yakın olduğunu anlatması.
Güzelde çirkini, aşkta nefreti, yanlışın içinde ısrarla var olan doğrunun altını çizmesi.
Frollo'nun kendine yenilişi, Phoebus'un çaresizliği ve Quasimodo'nun imkansıza olan umudu...
Bu 3 adamın dinmeyen duygu savaşını, aşk gibi sınırı çizilemeyen bir hissiyatın ekseninde ele alması sizi karmakarışık duygulara sürüklüyor.Karakterlerin her birine kendi içinde hak veriyorsunuz. Belki de en sevdiğiniz karakter, aşka olan bakış açınızı belirliyor. En azından bana göre öyle.
Bir de işin içine o aklınızı teslim alan müzikleri ve oyuncuların büyüleyici ses tonlarıyla harmanlanmış gerçekçi oyunculukları girince onları anlamanın yanında, takdir,hayranlık ve hüznü de aynı anda yaşıyorsunuz.
Aşkın "Yasak" Hali : Frollo
Frollo bir din adamıdır. Katı kurallar içinde yaşamaya alışkın olan Frollo'ya bu sebeple Esmeralda'ya olan duyguları ağır gelir, baş edemez. Bana göre kendine katı sınırlar çizmiş ve belli bir kalıba sokmuş herkes insanı duygular karşısında böyle zavallı duruma düşmeye mahkumdur. Hissettiği aşk (ya da şehvet) insani bir duygu olmasına rağmen, sadece içinde yaşadığı kafesin onu korkutması yüzünden duygularına bir düşman muamelesi yapar, panikler ve onlarla delicesine savaşır ama her zaman olduğu gibi yenilir.
Yenilmek, korktuğu duyguları gözünde daha da büyüttüğünden hatalar yapmaya, etrafına zarar vermeye, bir din adamı olmasına rağmen yalan ve iftira ile başlayan, şehvetten çok daha büyük günahlar işlemeye başlar.
Aşkın yasak hali insani duyguların karşısında her zaman çaresizdir.
Aşkın "Çaresizlik" Hali : Phoebus
Phoebus zengin ve soylu bir ailenin kızıyla nişanlıdır. Kendisi de soylu bir konumda olduğu için bu evlilik biraz da planlanmış ve toplum için yapılmış bir evliliktir. Eğer çevirisi doğru ise Belle şarkısında söylediği "ben aşkı bilen bir adam değildim" sözlerinden bunu anlıyorum.
Çapkınlığıyla meşhur olan Phoebus, Esmeraldayı görür görmez hayranlık duymaya başlar. Nişanlısına verdiği sözlerden de asla dönmek istemeyen Phoebus'un tutkusu zamanla gözünü kör edecek kadar büyür. Esmeralda'nın da ona ilgi duymasıyla birlikte gizlice buluşmaya başlarlar.
Olaylar geliştikten ve Esmeralda'ya atılan iftiradan sonra Phoebus sosyal statüsünü ve nişanlısını kaybetme korkusuyla içine düştüğü çaresizlikten kolayca sıyrılır, nişanlısından özürler diler ve geçici tutkularına Esmeralda'yı kurban vererek onu tek başına bırakır.
Bir adamın tutkusu ve mutluluğu arasında yaşadığı çaresizliği görüyoruz Phorebus'te.
Nişanlısını belki de çok seviyor fakat hepimizin içinde dizginlemek zorunda olduğu dürtülerine karşı koyamıyor. Esmeralda'yı tek başına bıraktığı ana kadar onu anlayacak veya en azından anlamaya çalışacakken son yaptığıyla gözümde bu eserin en kötü karakteri haline geliyor...
Aşkın "İmkansız" Hali : Quasimodo
Ve Quasimodo... Sanırım anlatımımdan anladığınız üzere müzikalin en sevdiğim karakteri. Geçen günlerde yazdığım
Elif Şafak'ın Şemspare kitabında söylediği bir söz vardı. Kabaca : "kusursuz insanların yanında rahat edemem ; nerede kırık, ürkek, yaraları olan birini görsem onun yanında dillenirim, coşarım" diyordu.
Ben en çok o cümlede bulmuştum kendimi. Nerede dışlanmanın, hor görülmenin, farklı olmanın acısını yaşayan birini görsem oturup teselli etmek değil ; dünyasına girip, onunla aynı yerde oturup, aynı yöne bakmak isterim.
Sanırım bu yüzden en çok Quasimodo'yu sevdim.
Ama bu sevginin kesinlikle içimdeki türklüğün getirdiği genetik bir özellik olan "mazluma acıma" ve "drama aşık olma, hatta arzu etme" hastalığından kaynaklandığını zannetmiyorum.
Zaten müzikali izlediğinizde duyguları en saf olanın Quasimodo olduğunu gün gibi açık şekilde görüyorsunuz. Bu bile benim için sevme sebebi.
Quasimodo doğuştan şanssız, çirkin, kusurlu...
Esmeralda güzel, hem de çok güzel!
Belki Quasimodo'nun rüyalarında bile görmeye cesaret edemeyeceği kadar güzel...
Onun yakınında olmak, ona dokunmak hatta ona bakmak bile büyük bir lütuf Quasimodo için. Bakire kalmış bütün duygular abartılır ya hani ; hayatında değil aşkı, aşkın en saf hali olan merhameti bile görmemiş olan Quasimodo'nun Esmeralda gibi bir kadına aşık olmaktan başka çaresi hiç olmamıştır ki...
Aşk veya sevgi gibi duygular karşılıklı hesaplara bakılarak geliştirilmez, birden oluverir kim olduğunu düşünmeden. İmkansız, anlamsız veya olmaması gereken birine olabilir. Esmeralda'nın ona aşık olmasını sadece en uçuk hayallerine sığdıran Quasimodo elinde olmadan aşkın en imkansız halini yaşayacaktır.
Güzel ve Çirkin. Yılların masalsı ikilemi...
![]()
![]()
![]()
Aslında dereceleri farklı olsa da, 3 adamın aşkı da aşkın sadece "tutku" hali. Geçici bir heves, güzelliğe ve ona sahip olmaya duyulan bencilce bir ihtiyaç.
Başta da dediğim gibi bu müzikal, insanın kalbine hakim olan tutkuların ne kadar büyüyebileceğini ve ruhunu nasıl esir alacağını gösteren en güzel eser.
Aşkın üç halini ; arzunun, çaresizliğin, insan egosunun üç halini anlatan Notre Dame De Paris, tabi ki o kusursuz müziklerinin de büyük ölçüde rol oynamasıyla uzun süre, belki de bende olduğu gibi kanınıza karışıp her melodide, en ufak fransızca kelimede dahi kendini hatırlatana kadar çıkmayacak aklınızdan.
Burada bir virgül koyup ana karakterler dışında bahsetmediğim 3 oyuncunun da adını anmak istiyorum. Yoksa en az diğerleri kadar yetenekli bu seslere haksızlık olacak.
Esmeralda'nın romanda onu kurtarmak için evlendiği özgür ruhlu şair :
Phoebus'ün nişanlısı
Esmeraldanın birlikte büyüdüğü çingene kralı
Esmeralda Clopin'i abisi gibi görmektedir fakat Clopin diğerleri gibi Esmeralda'ya aşıktır.
Artık o insanı altüst eden güzel müziklerine geçebiliriz sanırım....
Hepsini değil tabi ki. Sadece aklıma, kalbime işlenmiş olanları yazacağım.
![]()
Buraya bir dip not : Müzikalin enfes şarkılarının sözlerini Luc Plamondon yazmış, bestelerinin Riccardo Cocciante yapmıştır.
Müzikal başlangıcında Bruno Pelletier'in kişilik olarak piyanoya benzettiğim sesinden Le Temps Des Cathedrales'i dinliyoruz ve şarkının ardına saklanan çok güzel bir öykünün anlatılacağı hissi veriliyor bize. Piyanoya benzettim evet. Hani piyanonun bir tuşuna basılınca ardından sayısız melodi çıkar ve bir kaç farklı enstrüman çalınıyor hissiyatı verir ya bize. İste Bruno Pelletier de bu şekilde ufacık bir kelimesini dahi öyle güzel tonluyor ki ne demek istediğini ve ne diyeceğini anlıyor, hikayenin içine çekiliyoruz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Phoebus Esmeralda ile tanışıyor...
Bohemienne...
Aynı anda hem hüzünlü hem de eğlenceli olabilen parçalara olan hayranlığımı defalarca dile getirmiştim. Bu da öyle bir şarkı. Esmeralda'nın kişiliği hakkında ipucu veren tek şarkı aynı zamanda. Geçmişini, bilinmezliğini ve özlemini anlatıyor bize çok ama çok eğlenceli, bir o kadar da hüzünlü bir şarkıyla...
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Fleur-de-Lys ve Phoebus...
Ces Diamants- la
Phoebus'un nişanlı olduğu Fleur-de-Lys'in duygularını ve belki de aşklarını gördüğümüz tek şarkı. Phoebus'un bu kadar içten eşlik etmesi 2. kez izlendiğinde üzüyor insanı...
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Quasimodo geliyor...
La Fete Des Fous
Baş kahramanımız Quasimodo'nun müzikale giriş yaptığı parça. :')
Bendeki çevirisiyle Deliler Bayramı!
Bruno Pelletier'in sesinin perdeleri, tonlamaları ve rengi muazzam, dansçılar ve kareografi soluksuz izlenecek kadar iyi. Hayran olmamak elde değil.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
İki kadın, bir adam...
Le Mot Phoebus - Beau Comme Le Soleil
Esmeralda'nın Phoebus'e aşık olduğunu anladığımız parça. Devamında Fleur-de-Lys'in sahneye girmesiyle 2 kadının ortak duygularının karşısında taraf tutmak imkansızlaşıyor.
Bir adamın şehvetinin ve zayıflığının kurbanı iki kadın...
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Phoebus'ün ikilemi...
Dechire
Phoebus'un kendine olan isyanının parçası. İçinde ne varsa, neyin ikilemini yaşıyorsa anlatıyor. Utanmadan, korkmadan.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Rahip Frollo'nun utandığı tutkusu...
Je Sens Ma Vie Qui Bascule - Tu Vas Me Detruire
İşte müzikalde en sevdiğim sesin o muhteşem performansında sıra...
Bir rahibin ömrünü adadığı, asla yıkılmaz sandığı bütün tabularının yıkılışını itiraf ettiği şarkı.
Frollo'nun müzikal boyunca süngüsünün düştüğü tek an ve o ses ahh o ses...
Daniel Lavoie'ye hayranlıktan öte duygular beslemeye sebep olan o oyunculuktan gözlerimi alamıyorum her izlediğimde.
Bir Quasimodo'daki acıyı, bir de Frollo'daki çaresizliği bütün kalbimle hissedebiliyorum.
O kadar başarılılar ki anlatmaya gerçekten kelimelerim yetmiyor, yetemiyor...
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Evet, bu o, en çirkin! Bu Quasimodo!
Dren Que Le Monue Est Injuste
Quasimodo'nun kaderine ve çirkinliğine karşı hayata, yaratıcısına ve her şeye olan isyanı. Umutsuzluğunu en derinden hissettiğimiz tek şarkı.
Aşkın sadece görüntüyle sınırlı kalmasının ne kadar adaletsiz olduğu gerçeği. İnsanoğlunun doğduğu günden beri güzelliğe tapınmasının anlamsızlığı.
Bu kadar severken Esmeralda'ya dokunamayacak olmak fakat bir yandan belki de onu hiç sevmeyen Phoebus'un sadece yakışıklı olduğu için Esmeralda'nın o çok kıymetli aşkına sahip olması. Hayatın adaletsizliği. Quasimodo'nun haklılığı.
Garou'nun oyunculuğu yine yine yine muhteşem.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Güzel...
Ve son olarak tabi ki...
Belle
Sona sakladığım bu efsane şarkıyı anlatmaya benim çaresiz kelimelerimin yeteceğini sanmıyorum ama deneyeceğim...
Belle, tüm zamanların en iyi 10 fransızca şarkısı arasında yer almış, müzikalin en bilinen ve en sevilen parçası.
Öyküsünü 3 adamın arzusu üzerine kuran müzikalin, üç adamın da duygularını en net anlattığı kelimelerle bezeli bir büyüleyici eser.
Belle ; Quasimodo, Frollo ve Phoebus'ün yıllar sonra bile akıllardan çıkmayacak performanslarıyla bir nevi müzikalin özeti gibi.
Büyüleyici. Tek kelimeyle anlatmak gerekirse bu şarkı ve bu performans kesinlikle büyüleyici...
Dip not: Belle kelimesinin çevirisi kutsal google translate tarafından "dilber" olarak yapılırken, diğer kaynaklarda "güzel" olduğu yönünde. Kararsızlığa düşsem de "güzel" olarak düşünmek ve dinlemek daha çok keyif verdiği için onu tercih ettim. Fransızca bilen arkadaşlardan yorum alırsam sevinirim.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Hayatın manevi ve maddi tarafları arasındaki bütün çizgilerde gezinen Notre Dame De Paris müzikali bunları anlayabilecek şanslı insanlar için tam bir baş yapıt.
Yoksul - zengin, güzel-çirkin, sevilen-nefret edilen ve yasaklar, günahlar, tabular...
İnsan olmanın gerektirdiği bütün duyguların aslında -bilinçli veya bilinçsiz- belli menfaat sınırları içinde şekillendirilmesi sanırım müzikalin anlattığı en acı gerçeklerden biri.
Farklı olmayı bu yüzden hep seveceğim sanırım. Gerçekten bencilliğimizi ve beğenilme, sevilme tutkumuzu dizginleyebilen insanlar olmayı başarabildiğimiz günler hiç gelmeyecek olsa bile.
Tabi ki burada selam surulacak daha bir sürü güzel şarkısı var Notre Dame de Paris'in ama ben en sevdiklerimden müzikalin kısa bir özeti gibi sunmak istedim. Gerçi fikir edinmek isterseniz sadece Belle şarkısını dinlemeniz bile yeterli olacaktır :)
Ve son olarak size müzikalin tamamını sunuyorum. Bütün bütün haftamı harcadım şu videoları buraya koyabilmek için. Sebep ise şu : internette müzikalin bir çok çevirisi var. Çoğu saçma sapan. Fakat bendeki hali hem şiirsel bir dille, hem de mantık çerçevesinde ve olayların gelişimini anlayacağımız şekilde çevrilmiş.
Hiçbir yerde de aynısını bulamadım. Bendeki halinin de codec'i sorunlu olunca epey uğraştırdı ama değdi.
An itibariyle efendim videoya alt yazı entegre etmek olsun, videoyu istenilen formata çevirmek olsun her türlü sorunuzun muhattabı olabilecek kıvama geldim.
Ve tabi ki en güzeli bu müzikali duymamış olan bir kişiye dahi olsa müzikali tanıtan kişi olabilmek. Bu bana şimdiden mutluluk veriyor. An itibariyle hiç de gitmek istemiyorum İstanbulda'ki gösterime.
Garou'suz çakma Quasimo'donuz sizin olsun, hıh! (-_-)
Bir de ekstra önerdiğim videolar olacak bir kaç tane.
Garou, Daniel ve Patrick'in yıllar sonra bir konserde gerçekleştirdikleri nefis bir Belle performansı var şurada :
Tıkla
Bütün ekibin yine yıllar sonra katıldıkları bir televizyon programındaki performansları var. Müzikalin en güzel parçalarını söylüyorlar, sesleri onca yıldan sonra yıpranmış olsa da hala nasıl da duygulu... Hele ki Belle söylenirken Helene Segara'nın ağlaması düşündürdü beni ; bizde sanatını bu kadar içten yaşayan insanlar var mı? Şurada :
Tıkla
Gerçek aşkın anlamını kavrayabildiğimiz günlerin gelmesi umuduyla, sevgiler Ponti'den.