Quantcast
Channel: Ponti
Viewing all 221 articles
Browse latest View live

The Great Gatsby (2013) ve Muhteşem Müzikleri

$
0
0
Merhaba!
2 hafta önce The Great Gatsby 'yi izledim. 
Filmden çok müziklerinden bahsetmek istediğim film 1920'lerde, eğlence hayatının gözdesi konumundaki New York'da geçiyor. Gösterişli evinde verdiği devasa partilerle ünlenen milyoner Jay Gatsby'ye komşu olan yeni yazar Nick Carraway'in ağzından dinliyoruz muhteşem gatsby'nin öyküsünü.
Neredeyse kimsenin yüzünü görmediği gizemli milyoner'in, şehrin en kalburüstü insanlarının her seferinde toplandığı partilerinin ne amaçla verildiğini de öğreniyoruz öykü anlatılırken.Tabi her zaman olduğu gibi bu taşın altından da aşk çıkıyor.

Spoilerlar turuncu olacak. Aman dikkat.



Leonardo Di Caprio 'yu onu tanıdığım  Titanic ve  Romeo & Juliet  filmlerinden beri çok severim. Hangi filmini izlesem karakter neyse onu bire bir görürüm karşımda. Sanki bir karakteri oynamıyormuş, ben sonradan yapılma bir film izlemiyormuşum da, birebir o zamana gidip karakterin kendisini uzaktan gözlüyormuşum hissi verir. Gözümde bu kadar başarılıdır.
Abartısız oynadığı için bu kadar gerçekçidir bana göre. Son zamanlarda Oscar ve Leonardo üzerine dönen geyiklere çok üzülüyorum. En azından benim için ödüller, yakıştırmalar, etiketler sadece kariyerinde bir anlam ifade eder. Prestiji için almasını tabi ki isterim ama böyle iyi bir oyuncunun Oscar almasa da her filmine koşa koşa gidecek ve o filmin sırf içinde Leonardo var diye çok iyi olduğundan emin olacak binlerce insanın olduğu gerçeği yetmez mi?
Bu sektörde tabi ki yetmez. Umarım bu sefer alır.
Oscara aday olduğu filmi The Wolf Of Wall Street 'i de (Para Avcısı) izleyeceğim en kısa zamanda. 



Filmde Gatsby'nin aşkı uğruna nasıl özenilesi bir sabırla yıllarca beklediğine ve (maalesef) bunun karşılığında bir zamanlar sevgisinin karşılığını aldığı kadının bu sefer aşkını değil de güveni seçtiğine şahit oluyoruz. 
Belki de insanların çoğunluğun gerçeği bu olduğu için canımı sıktı biraz bu film. Aşk güzel fakat aşkın güvene dönüşmüş hali çok daha sağlam, çok daha vazgeçilmez. Tabi ki  Daisy'nin "bir zamanlar onu da sevdim" cümlesinden yola çıkarak söylüyorum bunu. Hele ki bir de çocukları olduğu için sanırım sevgisizlik bile koşulsuz güvenin yanında tolere edilebilecek bir duyguya dönüşüyor.Acı ama gerçek dedikleri şey tam da bu.
Gatsby'ye, o özenilesi umuduna ve hala çocuksuluğunu koruyabildiği duygularına çok üzüldüm. 
Hele ki finalde onca yalnız bırakılmayı hiç hak etmemişti oysa ki... Özellikle Daisy tarafından.

Daisy filmin başında kızının doğumunu anlatırken şöyle bir cümle kuruyordu:
"Hemşire kızınız oldu dedi. Çok sevindim. İyi ki kız olmuş. Ve umarım çok akıllı olmaz. Çünkü bir kızın bu dünyada olabileceği en iyi şey bu. Güzel ve küçük bir aptal."

Böyle söylediğinde ona üzülüyoruz, acı çektiğini ve yanlış kararlarından dolayı pişman olduğunu zannediyoruz ama öyle değil. Filmin sonunda kendisi de onu aldatan, aşağılayan kocasını seçerek o küçük aptal olmayı tercih ediyor. Ne kadar sağlam sebebi olursa olsun Daisy, "bir kaşık suda boğulacak film karakterleri" listemde baş sıralara yazıldı böyle bir finalden sonra.




Film genel olarak tekrar tekrar izleyebileceğim bir film değildi. Ama izlerken kesinlikle sıkılmadım, o anlamda demiyorum. Ama bazı filmler olur ya tadına doyulmaz defalarca izlense dahi. İşte o tadı bulamadım sadece.
Leonardo'nun en sevdiğim filmi  Catch Me If You Can 'dir. (Sıkıysa Yakala)
Buradaki özgüvenli ve üç kağıtçı hallerini ona benzettim, sırf diğer filmden hatırladığım sahneler için gülümsedim çoğu kez :) 
Filmde anlatılan Gatsby'nin hikayesi ve Daisy'ye olan aşkı gerçekten etkileyici.  Gatsby karakterinin aşkı ve sabrı her ne kadar biz kadınların "ayyy" nidaları içinde izleyeceği türden olsa da gerçeklikten uzak. Ama bu aşk ne kadar gerçeklikten uzaksa finali ve Gatsby'nin sabrına karşı aldığı karşılık bir o kadar gerçek. Dolayısıyla üzücü. Turuncu spoilerları okumayanlar için bu kadarı yeterli sanırım. 

Jay Gatsby'nin gerçekliği aşan umut anlayışını ve hayal dünyası içine sıkışmış gerçek mi gerçek bir aşk hikayesi izlemek isterseniz kaçırmayın derim. Fragmanını da görelim bu arada :




Gelelim asıl konuya, o güzel müziklerine!







Filmi izliyorum bir bakıyorum hip hop tınıları giriyor, bir bakıyorum Beyonce'dan Crazy In Love söyleniyor ben şaşkın şekilde dinliyorum yahu bu film 1920'leri anlatmıyor mu ne oluyoruz :D

Film için günümüz müziklerinin bazılarını o zamanların tarzıyla tekrar düzenlemişler ve sonuç kesinlikle harika olmuş. Bana göre The Great Gatsby'nin en dikkat çekici özelliği, kesinlikle müzikleri!

Hemen burada bir parantez açıp günümüz şarkılarını eski tarza uygulayan Postmodern Jukebox'ı mutlaka inceleyin derim. Youtube kanallarında bir çok parçanın şahane cover'ını bulabilirsiniz :  http://www.youtube.com/user/ScottBradleeLovesYa/videos

Filme dönersek özellikle Lana Del Rey'in Young And Beautiful'u  çok yakıştırdım filmin anlatmak istediklerine. Hatta bu filme daha uygun bir şarkı olamaz diye düşünüyorum. Ayrıca öyle bir sahnede giriyor ki, sırf şu sahne için bile tekrar izleyebilirim filmi. Lana Del Rey'in ölümcül bulduğum saf hüznü, Gatsby'nin bitmeyen umuduyla birleşip tam anlamıyla içimize işliyor. 


Caz versiyonunu ise kesinlikle duymalısınız ^.^

Şarkıları turuncu play tuşuna basarak dinleyebilirsiniz.

1 - Young And Beautiful - Jazz Version




2 - Emeli Sande - Crazy In Love 



3 - Will.i.am - Bang Bang

Dans sahnelerinde çalan, filmin en eğlenceli parçası




4 - Florence + The Machine - Over The Love

En beğendiğim kadın seslerinden Florence'in hangi parçası kötü ki?




Ve filmin en en sevdiğim sahnesi izleyenler ve spoilerdan çok da korkmayanlar için gelsin :')
Öyle tadınızı kaçıracak bir spoiler yok merak etmeyin.



Sonuç itibariyle The Great Gatsby bana göre iflah olmaz duygusalların bir kez de olsa izlemesi gereken bir film.
Sevgiler Ponti'den!











Tatlı Blogger Ebru'ya Özel Teşekkür ♥

$
0
0
Pazartesiyi sağ salim atlatabilmiş veya hala bir köşede can çekişmekte olan herkese iyi geceler!

Geçen günlerde  Hayallerimde Ben   bloğunun sahibi Ebru'nun  çekilişini kazandım. Blogda yayınlamama kararı alsam da hala güvendiğim çekilişlere katılmayı çok seviyorum. Ama bu sefer kazandığım hediyeler benim için gerçekten çok daha anlamlıydı.
Bloggerların kendilerini anlatan, onlara özel hediyeler vermesi şişirilmiş paketlerden çok daha anlamlı ve samimi geliyor. Tabi ki çekiliş yaparken hepimizin amacı bloğumuzu tanıtmak fakat yine de böylesi kendimizi doğru tanıtmak adına daha güzel bence.

Neyse gelelim Ebru'ya. Benim gibi sadeliği seven, hayalperest biri Ebru. Ebru'nun bloğuna girer girmez ilk önce blog tasarımı dikkatimi çekmişti. Çok, çok beğenmiş ve kendimden bir şeyler bulmuştum. Çekilişten önce de takip ediyordum fakat bu çekiliş onun ne kadar özel bir insan olduğunu daha iyi anlamama sebep oldu.

Çekilişinde verdiği tabloya ve not defterine bayıldığım için katılmıştım. Bana öyle güzel bir paket yollamış ve en ufak detaylara öyle dikkat etmiş ki bu güne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaparak ona özel olarak teşekkür etmek istedim.






Paketim atmaya kıyamayacağım bir ambalaja sarılmış halde geldi. Rengarenk yazılarla dolu bir saman kağıdı. Tam benlik tam!



Paketimi açtım ve içinde benim için yazılmış o güzel not çıktı ^_^
Okur okumaz işte fark yaratmak isteyen biri daha diye düşündüm, öyle mutlu oldum ki anlatamam.
Ve beni moe çiçekleriyle kaplayan diğer detaylar...
Adımın yazılı olduğu çekiliş kağıdımı bile koymuş, ben onu saklamaz mıyım hiç ^.^



Tekrar tekrar Ebru'ya bu güzel hediyeleri için teşekkür ediyorum. Gülüşlerim sahte görünüyorsa yorgunluktandır. İş dönüşü yaptık çekimi. Tam istediğim gibi olmasa da yine de böyle bir teşekkür etmek istedim benim gibi detayları seven bu özel insana.



Çok sevdiğim defterimin ön kapağında bu yazı duracak, baktıkça seni hatırlayacağım :)

Herkese Sevgiler Ponti'den.
  

100. Bölüm Öncesi Glee'nin En İyileri

$
0
0
İyi geceler millet,

Yakın zamanda "bir zamanlar" aşık olduğum Glee adlı müzikal dizisinin 100. bölümü yayınlanacak.
100. bölümde Glee'yi Glee yapan şarkıları tekrar seslendirecekler. Kaç gündür 100. bölümün gelmesini iple çekiyordum çünkü kesin olmayan bazı açıklamalara göre senaristler 100. bölümden sonra dizinin akışını değiştirecek ve 2 sezondur gökten alıp yerin dibine soktukları güzelim diziyi tekrar eskiye döndüreceklerdi.

2 sezondur yeni gelen karakterlerin zayıf olması, seslerinin öncekileri mumla aratması ve kötü oyunculukları sebebiyle dizi tanınmaz hale gelmişti. Hatta her bölümde divxplaneti refresh manyağı yapan ben, en son kenarda biriken 6 bölüm bırakmıştım. Bu kadar batırdıklarını sonunda kendileri de görmüş olacak ki sanırım dizi de değişikliğe gitme kararı aldılar.

Ben de 100. bölümden önce Glee'nin efsane şarkılarını oralarda bir yerlerde var olduğunu umut ettiğim Gleek'lerle birlikte hatırlamak istedim. Tabi ki benim sıralamamla.
My blog, my rules :P




Listemi bitirdikten sonra şöyle bir baktım da ben en çok Artie, Rachel, Santana ve Blaine'i sevmişim. Bu dördü bence Glee'de gerçekten güzel bir sese sahip olan ilk 4 kişi)
Zaten Artie diziye başladığımdan beri favorim. Fakat onu o kadar geriye attılar ki yan karakter gibi oldu artık...

O kadar zor eledim ki 30'dan aşağı inemedim. Yenilerden beğendiklerim olsa da eskilerden seçmeye çalıştım. Gerçi beğendiğim yenilerin tamamının Blaine olması da ayrı :)

İsimlere tıklayarak şarkıları dinleyebilirsiniz
Başlayalım!

30 - Glee Cast - Loser Like Me

29 - Carl Howell - Whatever Happened To Saturday Night (Adam ne güzel söylüyordu kısa sürede uçurdular yazık oldu)

28 - Rachel - Oops I Did It Again(Britney Spears parçasının bu hali orjinalinden kat be kat güzel. Kareografi ise nefis)

27 - Rachel - No Air

20 - Warblers - Misery (Blaine :D  Saçlar henüz hakimiyeti teslim etmemişken)

17 - Neil Patrick Harris / Will - Dream On (How I Met Your Mother'ın Barney'i olarak tanıdığımız yetenek kutusu Neil Patrick Harris ile Will karakterinin enfes düeti)

15 -  Glee Cast - Marry You  (Glee'nin en şirin parçası)

12 - Warblers - Uptown Girl (Warblers'ın en şirin hali)

8 -  Santana - Girl On Fire  (Santana'nın en sevileni...)

7 - Blaine - Last Friday Night  (İtiraf etmem gerek, bu şarkıyı o kadar seviyorum ki kim söylese dinlerim)

5 - Blaine - Teenage Dream (Blaine nasıl bir insansın...)

4 -  Glee Cast - Empire State Of My Mind 


Geldik favori ilk 3 şarkıma.
Glee'nin anlamına en çok yakışan efsane, born this way.

3 - Glee Cast - Born This Way






Orjinalinden daha çok beğendiğim, Blaine'i bu kadar sevmeme sebep olan ilk şarkı. Bu çocukta duygu var, ses var, oyunculuk var!
Glee'ye bence daha yeteneklisi gelmedi.

2 - Blaine - Cough Syrup






Ve tabi ki 1 numara, dizinin sembolü haline gelen Don't Stop Believin'


1 - Glee Cast - Don't Stop Believin'




Bu postu tam 2 saatte hazırlamama rağmen adım gibi eminim arada unuttuğum ve çok sevdiğim bir parça çıkacaktır.

Bu da 100. bölümün şarkı listesi :


Lütfen, lütfen Glee eski hali olmasa da yeniden hevesle izlenecek kıvama gelsin de kalan 1-2 sezonu geçmişin hatırına mutlulukla izleyelim.

Tabi benim 100. bölümü izleyebilmem için elimdeki 6 bölümü eritmem lazım (-_-)
İyi geceler herkese!

A'dan Z'ye #2

$
0
0
Arkama baka baka yürümek uzun yıllardır içime işlemiş bir alışkanlık, özellikle evde yalnızsam ya da ıssız bir yolda yürüyorsam. İzlediğim ilk ve son korku filmi olan Ring sağolsun. (-_-)

Bilal'e anlatır gibi anlat bana hayatı sevgilim, belkim anlarım.  (bkz: bilal'e anlatır gibi anlatmak)

Cevaplarım hep sorularımdan taşıyor. Yeteri kadar tutarlı olamıyor, cevaplarımla hep başka sorulara kanca takıyorum.





Çipet-pet çi-pet altılı yedili, çi-pet pet çi-pet pet bastıra bastıra (eskimiyor arkadaş :D )

Derya cidden çok kötü bir isim ('-_-)

Elli tonu. Grinin, karanlığın ve özgürlüğün. Çok merak ediyorum bu seriyi.

Fırsatını bir bulsam arkama bakmadan kaçardım bu ülkeden. Doğduğum, büyüdüğüm, az da olsa zaman zaman sevdiğim. Bence burada doğanlar olarak çok değil ama epey şanssızız.



Güneş hala sebepsiz yere mutluluk veriyorsa,  sen de ona yardımcı olmak için elinden geleni yapmalısın.

Haksızlık, vefasızlık buuu, bu her şeyi inkar eden duyguuu... ne acı, yazık!

Israrla onlar gibi olmanızı isteyen, sizi sürekli belli bir kalıba, kategoriye sokmaya çalışanlara itibar etmeyiniz. Gerekirse ağızlarına kürekle vurunuz.

İstemsiz mutevazılık var bende. İltifat edileceğini en az 5 cümle önceden anlayıp direk estağfurullah'ı mı yapıştırıyorum peşin peşin.

Jai Ho! 

Kılık, kıyafet ve dış görünüşe göre insanları yargılamak sizi insanlıktan çıkaran ilk duygu olan kibirin en çirkin halidir.  Bu kısacık videoyu  izleyip, viral olmasına aldırmadan biraz düşününüz.

Lunarita  hep acıtıyor canımı, ne zaman bir yazısını okusam çaresizliğimle tekrar tekrar tanışıyorum.

Minik, miniminnacık pespembe patiler şu hayattan en büyük dileğim :3 (Evet ilk yazımda da aklıma ilk gelen onlar olmuş :')  )



Nar mevsimi bitiyor :'(

Otakuluk keşke biz anime aşıklarına verilmiş bir sıfat olsa da, iki anime sever bir araya geldiğimizde ilk tartıştığımız şey bu olmasa. Otakuyum ben! Naruto'yu da 1 bölüm dahi izlemedim, hadi bakalım.

Ölmekten, ölümden korkuyor musunuz? Cevap evet ise neden? Çok anlamsız geliyor bana ölümden korkmak.

Pitbull'un güneş gözlüklerini 404 le şakaklarına yapıştırmak isteyen 1 milyon kişi bulabilirim!

Ruhsuz rüyaların bilinçaltıma tecavüz etmesine engel olamasam da en azından unutma hakkımı saklı tutmak isterdim.




Selma ismi yok oluyor farkında mısnız? Ben sadece 1 kişi tanıdım koca hayatımda.

Şairin elinde...

Tiramusu giren eve mutsuzluk girmez *_*

Uyku. Milyonların sevgilisi Tarkan değil, uykudur.

Üzgün birine "boşver cnm, aman takmaaa, düzelir merak etme" demeyin, ne olursunuz demeyin ('-_-) Oturun birlikte ağlayın, birlikte üzülün. Bir de mendil uzatın tamam bitti gitti.

Verdiklerin kadar almak istediğin sürece aşktan hiç bir şey anlamayacaksın dostum.



Yazı özledim ama kar yağmadan da gelmesini hiç istemiyorum. Ya da adam akıllı yağmur yağsın en azından. Şöyle rezil olalım yollarda, şemsiyeler kırılana kadar yağsın.

Zuhal Olcay'a kulak verin, bakın ne diyor?

İyi geceler...



Not : Zuhal Olcay'ın "Gecenin Öteki Yüzü" adlı 80'ler dizisinin bölümlerini bulabilenler lütfen bana ulaşsın, çok aradım :(   )




Pazar Gecesi Şarkısı : Morcheeba - Enjoy The Ride

$
0
0
Yeni hafta başlıyor. Nefesimizi tutup suya dalacağız gene.
Ertelediğiniz ne varsa kendimizi zorlayıp işleme koymanın tam zamanı.
Yolculuğun tadını çıkarmayı unuttuğumu hatırladığım her an aklıma düşen şarkıyla ve kahve zamanınıza denk gelme umuduyla, 
İyi geceler!  >_<

İlham Veren Renk Paletleri #9

$
0
0

Hahah inanamıyorum yahu!
Oralarda bir yerlerde bu seriyi hatırlayan var mııııı?
Serinin son postunu tam 1 yıl önce yapmışım, evet tam 1 yıl!
Neler yaşandı bu 1 yılda gel de bana sor tabi o ayrı mevzu :)

Neyse ben bu rengarenk dünyaya keskin bir dönüş yapıyorum, elimde daha sizinle paylaşmak istediğim çook palet var. İlk defa görenler için açıklayayım :
Bu paletler (her postta 5 tane yayınlıyorum) grafik tasarımlarınızda, blog tasarımlarınızda veya her türlü grafik çalışmanızda kullanabileceğiniz, birbiriyle uyumlu beş renk barındırıyor. 
Hani bazen bir rengi çok severiz de uyumlu renkleri bulmakta zorlanırız ya, işte bu paletlerde böyle durumlar için birebir. Sizi bilmem ama benim çok başıma geldi, o yüzden de çok faydalandım.
Umarım siz de faydalanırsınız.  Resimlere sağ tıklayarak kaydedebilir, photoshopta renkleri okutabilirsiniz.
Hadi görelim ^.^



















Serinin diğer postları :



İyi geceler ♥




Tel Sarma Neon Kolye (Diy)

$
0
0
Merhabalar izleyici^^

Takı postu yapmayalı gene uzun zaman oldu sanırım. Bu sefer yapması biraz zahmetli fakat çok sevilen özel kelimeler için göze alınabilecek bir diy ile geldim. Telin üzerine ip sarılarak hazırlanan bu sevimli kolyenin aslında uzun uzun anlatılacak bir yanı yok. Gördüğünüz üzere tel ile istediğimiz kelimeyi yazıp etrafını iple çevirmekten ibaret. Fakat istediğimiz görüntüyü alabilmek için bir kaç noktayı atlamamak gerekli. Tabi ki bir de kelimeleri simetrik, yuvarlak hatlı ve sevimli bir el yazısı şeklinde hazırlayabilmek için biraz pratik.
Ben daha çok bu püf noktalarını anlatacağım.
Hadi başlayalım :)






Öncelikle malzemeler :



Benim kullandığım tel 0.80 mm lik. Daha ince kullanmanızı tavsiye etmem, dayanıksız olur. Daha kalın telle de şekil vermede sıkıntı yaşarsınız. O yüzden 0.80 mm tel kullanın mutlaka.

Olabildiğince elinizle şekil vermeye çalışın ki dönüşler el yazısı yumuşaklığına uygun olsun. Çok keskin dönüşlerde yuvarlak uçlu penseyi kullanabilirsiniz. Harfleri olabildiğince yuvarlak formda yapın. Yapın diyorum ama gördüğünüz gibi benim de tam olarak hayalimdeki şekliyle uygulayabildiğim söylenemez. Biraz pratik gerekli. Mesela çok uğraşmama rağmen harflerin boyutunu daha ufak yapamadım. Biraz ara verdikten sonra tekrar denemeyi düşünüyorum.
Belki siz benden daha iyi yaparsınız :)

Kelimemizi bitirdiğimizde aşağıdaki gibi abidik gubidik görünebilir, normal. İple sarmaya başladığımzıda bir yandan tele tekrar şekil vereceğiz. O yüzden bu haline çok takılmayın.



İpinizi kelimenin uzunluğuna göre makul ölçülerde kesin. Tahmin ettiğinizden daha çok ip gidecek bunu unutmayın. Tekrar ip almak ek yerini kelime üzerinde belli edeceğinden ek ip gerektirmeyecek uzunlukta kesmeye çalışın. İpi kestikten sonra ucuna yorgan iğnesi geçirin. İğne bize ince yerlerden ve yuvarlaklardan geçerken yardım edecek.



Hiçbir harfin ucunu keskin bırakmayın, her zaman bir yuvarlak yapıp bitirin ki ipimizi oraya dolayıp silikonlayalım, sonradan atma olmasın.
İğnenin ucuyla başlangıç yuvarlağına sürdüğümüz az miktarda silikonun üstüne ipi yapıştırarak teli sarmaya başlayalım.



Eğer teli kapatacak kadar sarıp devam ederseniz çok ince ve çirkin bir görüntü oluşacaktır. İpin ince durmaması için 10-20 sarmada bir ipi olabildiğince dibe itin. İpi fazla çekmek de ince görünmesine yol açar, çok çekmeyin, biraz serbest bırakın ki dibe itince tombul dursun. Kalınlığı bu şekilde isteğiniz gibi ayarlayabilirsiniz.



Vee sona geldiğimizde yine baştaki gibi yuvarlağa dolayıp arkasını iğnenin ucuyla silikonlayın.
Silikonun üstüne 2 kat ip sarın, biraz sıkıp kurumasını bekleyin ve ipi dibinden kesin.  
n,m,r gibi harflerde sol kenarlarında yapılan ekstra teller daha sağlam bir duruş içindir, önce ekstra yapılan telin üzerinden ince bir kat geçip sonra harfle birleşecek şekilde hepsini sarın.



 İpi kesip başka yerden devam etmemek için kendi içinizde nereden devam edeceğinize dair bir plan yaparsınız. Baş ve son harfte oluşturduğumuz yuvarlaklara da zincirini takıyoruz, işte bu kadar!

Sonuca değer mi siz karar verin :)









Ben minik yıldızlarda da süsledim, bu kısmı da size kalmış. ^.^


4 kelimeden sonra ip sarmaktan iflahım kesildi. En az 1 ay ip filan görmek istemiyorum :D

Öyle tak-çık yapabileceğiniz, her kıyafetle uyan favori bir kolye değil.
Diğer bütün takılarım gibi kıyafete göre takı değil,  takıya göre kıyafet seçmeniz gereken bir kolye oldu. Bu beni hiç rahatsız etmiyor. Takılara kıyafetlerden daha çok önem verdiğim için her şeyi onlara göre ayarlamayı seviyorum. O yüzden böyle uçuk takıları daha çok tercih ediyorum zaten.

Mum ip ve makrome ipi  kullanarak tüysüz bir görüntü elde edebilirsiniz.



Dreamer gibi uzun bir kelime tercih ederseniz, benim yaptığım gibi hafif yuvarlak form verebilirsiniz daha güzel durması için. dreamer'ın a'sı da ne kadar büyük olmuş fotoğraflarda farkettim O_o


Neyse artık, 2. deneme başka bahara. Daha güzelini yaparsınız umuduyla postu ertelemek istemedim. Sırf şu kolyeyi takabilmek için bir an önce yaz gelsin istiyorum. Bugün kazağın üzerinde taktım ama pek tat vermedi :)

Ee ne dersiniz değer mi bu zahmete?

Sevgiler Ponti'den.



Bu arada Glee'nin Rachel'ı, güzel sesli Lea Michele'in çıkış parçasını dinlediniz mi? ^_^






16 Kilonun Kaçı Sana Kaçı Bana?

$
0
0
Hah bir ben eksiktim, çok lazımmış gibi bu anlamsızlığa ben de katıldım tam oldu.

Tüm bloggerlar (kimi sahici kimi sahte) çok üzgünüz. Bir anlamı olmamasına rağmen samimi olarak içini döken, bir kaç cümle yazanlarımızın dışında, duyarlı blogger imajım zedelenmesin diye zorlama bir kaç cümle yazanlar var. Hatta uyarı sonrasında olayı öğrenip iki kelam eden var! Yapmayın bunu, yalvarırım yapmayın. Körpe bir can kaybetmişiz, acımız taze. Gidin makyaj postu yapın, gülün eğlenin. Kimsenin sizi eleştirmeye, sen ne yapıyorsun ayıp değil mi demeye hakkı yok. İnanın yok.
Ama yeter ki iki yüzlü olmayın. Bu çok daha acı. Sizin umurunuzda bile olmamasından daha acı.

Gelelim biz içi gerçekten yananlara. Muhalefet olmayı beceremediğimizden bu haldeyiz. İyice onlara benzedik. Kendimizi acındırıyor, iftira atıyor, araştırmadan yazıyor, cahilce davranıyoruz.
"Ekmek almaya gitmişti oysa ki..." diye romantik tavırlara ihtiyacı var mı bu insanlık dışı cinayetin? YOK!
Afilli şiirlere ihtiyaç var mı? Hiç yok!
İnsanlık suçu var ortada insanlık be insanlık! Hiçbir ülkede hiçbir kimse başka birini geçerli bir sebebi yoksa kafasına vurup öldüremez. Ama bu Türkiye'de oldu. Sebepsiz yere bir sürü cinayet işlendi. İsyanımız buna. Unuttunuz mu yoksa?

O meşhur fotoğraf gerçek bile olsa, Berkin elinde sapanıyla kendisini coplayan polislere direnirken ölse ne fark ederdi? Söyleyin ne? Hiçbir şey! Suçu varsa yargılanır ama bu kadar genç bir insan 270 gün komada kalıp 16 kiloya düşecek kadar sürünüp sonra ölmeyi hak etmez!

"Ne işi vardı orada?" diyen karanlık güruh ne kadar midemi bulandırıyorsa, Berkin üzerinden siyasal olarak nemalanıp ölümünü romantikleştirenlerden de o kadar midem bulanıyor.

Rahat uyu çocuk mu? Nasıl yahu nasıl, imkanı var mı ne diyorsun sen?

Bugün metroda, kızılayda toplanan kalabalıktan zar zor kaçtığını anlatan bir hanım kızımız soruyordu : "Berkin kimmiş ki?""Eee neden ölmüüüş?" Ben olayı anlatınca : "hıııı"
hıııı tabi! bir de böylesi var.

İnsan görmüyorum ben artık, taraftar görüyorum. Hem de bir sürü. Geçirmişler dişlerini birbirine, arada akan kanda kaç kişinin boğulduğu umurlarında bile değil. Tek dertleri karşı tarafın nasıl açığını bulalım da nereden kancayı takalım.

Sizden tek ricam bir şeyi yazmadan, bir şey söylemeden, bir eyleme geçmeden 40 kez düşünün. Düşünün yaptıklarınız amacınıza ne kadar uygun veya daha önemlisi ne kadar yararlı?

İyi akşamlar.


Kanıma Karışan Müzikal : Notre Dame de Paris (1998)

$
0
0
Merhaba! Sanırım normale dönmeye can atıyoruz bütün bloggerlar olarak. 2 gündür sabahları radyoda dinlediğim mizah tabanlı programlar yastaydı. Bugün eskisi gibi mizaha geri döndüler. Ne kadar anlamsız geliyor her şey. Hayat acımasız şekilde devam ediyor, etmek zorunda. Bütün zamana yenik duygularımızdan sonra yapılacak tek şey artık herkes tarafından biliniyor. Umudum bari orada hayal kırıklığına uğramamamız yönünde...

Geçen hafta, bu postu yazarken şu an ağlıyorum ve entry giriyorum biliyor musun?  klişesinin en canlı örneğini sergiledim okuyucu.

Cuma akşamı. Önümde 2 günlük tatilimin verdiği huzurla sakince keyif yaparken nereden aklıma düştüyse başlıkta yazdığım gibi artık kanıma işleyen efsane müzikal Notre Dame De Paris'in Tu Vas Me Detruire parçası düşüyor aklıma. Hemen açıp dinlemeye başlıyorum, bu güzelliği çok sevdiğim bir grupta da paylaşıyorum birileriyle aynı duyguları hissedebilmek için.
Ve paylaşımım altına bir etkinliğin olduğu yorumu giriliyor. Buyurun buradan yakın

Canlı olarak izlediğimi rüyalarımda gördüğüm ve bu derece bir aşkla sevdiğim tek müzikal İstanbul'da sahneleniyor! Nasıl yani nasıl, nasıl diyerek delirmenin eşiğine geliyorum ve başlıyorum zırlamaya. Evet resmen Justin Bieber konserine gidemeyen bir genç kız gibi zırlıyorum.

Neyse sakinleşiyorum sonra.
"Zaten ilk gösterimi gibi olmasının imkanı yok. Oyuncular farklı, sesler farklı, hem fransızca bile değil" diye kendimi avuttuktan sonra (ki bunların baya baya mantıklı teselliler olduğunu anlıyorum sonradan) Notre Dame De Paris yazımı tekrar okuyayım diyorum bloğa gelip.
Ama öyle bir yazı yok??!!??
Benim dilimden düşürmediğim bu müzikal hakkında daha bir yazı bile yazmamışım. İnanın o kadar emindim ki şok oldum nasıl yazmam diye. Bazen bu blog başkasına aitmiş gibi geliyor (-_-)

O zaman hiç vakit kaybetmeden hemen yazmalı dedim.
Bu esrarengiz güzelliği, bu büyüyü, bu kendine aşık eden mükemmel sesleri...
Aşkın tutku halini anlatmaya soyunan eserler arasında izlediklerimin en güzelinin, burada da izi kalmalı.





Notre Dame De Paris, Victor Hugo' nun aynı isimli romanından uyarlama bir müzikal. Genel olarak ; Bir çingene kızı olan Esmeralda'ya ilk görüşte aşık olan 3 adamın öyküsünü eski zamanların büyüsü içinde, şiirsel bir dille anlatıyor. Yazının devamında konusu hakkında epey konuşacağım için uzunca anlatmayacağım. Roman hakkında bilgi edinmek için aşağıdaki  vikipedia sayfasına gidebilirsiniz.
Konu : Vikipedi 
İlk kez 18 Eylül 1998'de Paris Kongre Sarayı'nda oynanan müzikalin orjinal kadrosu şu şekilde :

---------------------------------------------------------------------------------------------------



Esmeralda  - Helene Segara

Hikayemizin etrafında döndüğü, -bu cümleyi hiç sevmesem de- güzelliğiyle baş döndüren, özgür ruhlu bir çingene kızı. Notre Dame De Paris katedraline geldiği andan itibaren etrafındakilerin dikkatini çeken, kederli geçmişiyle hikayemizin baş kahramanı Quasimodo'nun, başka biriyle nişanlı şair Phoebus'ün ve hatta dünyevi zevklerden vazgeçen rahip Frollo'nun dahi tutkusunu - aşkını kazanan kadın.
O, alışılageldiği üzere aralarında en yakışıklı olan Phoebus'e aşık olur fakat kaderinde sadece güzelliğinin bedelini en ağır şekilde ödemek vardır.



---------------------------------------------------------------------------------------------------

Quasimodo  -Garou

Esmeralda'ya bakışları bile can yakmaya yeten, daha bebekken çingeneler tarafından katedralin kapısına terkedilmiş, çok çirkin bir bebek olmasından dolayı Fransızca Quasimodo (eksik - tamamlanmamış) adı koyulan, hikayenin en yaralayıcı karakteri. Bir diğer adıyla meşhur Notre Dame'ın kamburu.
Rahip Frollo, Quasimodo adı verdiği bu bebeği sahiplenir ve büyüyünce ona zangoçluk (çan çalma) görevini verir. Zilin sesinden dolayı Quasimodo zamanla sağır olur. Esmeralda'ya olan aşkı saf, naif, bir o kadar da tutkuludur. Ve belki de 3 adam içinde aşkı gerçek olan tek kişidir.


Romanda Esmeralda çingeneler tarafından ailesinden kaçırılır ve yerine sakat bir bebek olan Quasimodo bırakılır. Yani Esmeralda çingene değildir ve Quasimodo'yla kaderleri doğuştan bu şekilde bağlıdır. Bu detayı da atlamak istemedim.



---------------------------------------------------------------------------------------------------

Claude Frollo -   Daniel Lavoie

Katedralin rahibi. Hiçbir dünyevi zevk için inancından yıllardır vazgeçmemiş olan bu adam, Esmeralda'nın güzelliği karşısında çaresiz ve hiç olmadığı kadar zayıf bir adama dönüşecektir. Başta Esmeraldayı kendisinden ve çevresinden uzaklaştırarak duygularını önlemeye çalışsa da başaramaz.
Sonunda (belki de en çok kendine olan kızgınlığından) önleyemediği tutkularının ve şehvetinin, masum insanların hayatlarını tam bir trajediye dönüştürmesine sebep olur.



---------------------------------------------------------------------------------------------------

Phoebus - 

Başka bir kadınla nişanlı olmasına rağmen Esmeralda'nın güzelliğine karşı koyamayan çapkın ve yakışıklı subay. Ve maalesef Esmeralda'nın sevdiği adam... (neden hep böyle olur ki? )

Frollo'nun düzenlediği komplo karşısında Esmeralda'yı yalnız bırakarak aşkının geçici bir heves olduğunu göstermekle birlikte ikilemde kalmış çaresiz bir adamın ihanet çizgisinden geçişinin sancılı sürecini gösterecektir bize.


---------------------------------------------------------------------------------------------------


Ana karakterler bu şekilde.

1998 yılında ilk kez sahnelenen halinin üstüne bence ne duygu, ne teknik, ne de müzikal açıdan geçilemez. Bunu diğer versiyonlarını yarım yamalak izlemiş biri olarak yapmam belki saçma ama böylesine büyülendikten sonra daha iyisinin olacağına inanmam mümkün değil. Zaten parçaların ingilizce söylenmesi dahi yetiyor büyüsünü bozmaya.



Müzikali bu kadar sevmeme neden olan şey güzel-çirkin, aşk-şehvet, doğru-yanlış kavramlarını bu kadar iyi ele alması. Zıt gibi görünen kavram veya duyguların aslında ne kadar da birbirine yakın olduğunu anlatması.
Güzelde çirkini, aşkta nefreti, yanlışın içinde ısrarla var olan doğrunun altını çizmesi.

Frollo'nun kendine yenilişi, Phoebus'un çaresizliği ve Quasimodo'nun imkansıza olan umudu...

Bu 3 adamın dinmeyen duygu savaşını, aşk gibi sınırı çizilemeyen bir hissiyatın ekseninde ele alması sizi karmakarışık duygulara sürüklüyor.Karakterlerin her birine kendi içinde hak veriyorsunuz. Belki de en sevdiğiniz karakter, aşka olan bakış açınızı belirliyor. En azından bana göre öyle.

Bir de işin içine o aklınızı teslim alan müzikleri ve oyuncuların büyüleyici ses tonlarıyla harmanlanmış gerçekçi oyunculukları girince onları anlamanın yanında, takdir,hayranlık ve hüznü de aynı anda yaşıyorsunuz.




Aşkın "Yasak" Hali : Frollo

Frollo bir din adamıdır. Katı kurallar içinde yaşamaya alışkın olan Frollo'ya bu sebeple Esmeralda'ya olan duyguları ağır gelir, baş edemez. Bana göre kendine katı sınırlar çizmiş ve belli bir kalıba sokmuş herkes insanı duygular karşısında böyle zavallı duruma düşmeye mahkumdur. Hissettiği aşk (ya da şehvet) insani bir duygu olmasına rağmen, sadece içinde yaşadığı kafesin onu korkutması yüzünden duygularına bir düşman muamelesi yapar, panikler ve onlarla delicesine savaşır ama her zaman olduğu gibi yenilir.
Yenilmek, korktuğu duyguları gözünde daha da büyüttüğünden hatalar yapmaya, etrafına zarar vermeye, bir din adamı olmasına rağmen yalan ve iftira ile başlayan, şehvetten çok daha büyük günahlar işlemeye başlar.
Aşkın yasak hali insani duyguların karşısında her zaman çaresizdir.







Aşkın "Çaresizlik" Hali : Phoebus

Phoebus zengin ve soylu bir ailenin kızıyla nişanlıdır. Kendisi de soylu bir konumda olduğu için bu evlilik biraz da planlanmış ve toplum için yapılmış bir evliliktir. Eğer çevirisi doğru ise Belle şarkısında söylediği "ben aşkı bilen bir adam değildim" sözlerinden bunu anlıyorum.
Çapkınlığıyla meşhur olan Phoebus, Esmeraldayı görür görmez hayranlık duymaya başlar. Nişanlısına verdiği sözlerden de asla dönmek istemeyen Phoebus'un tutkusu zamanla gözünü kör edecek kadar büyür. Esmeralda'nın da ona ilgi duymasıyla birlikte gizlice buluşmaya başlarlar.
Olaylar geliştikten ve Esmeralda'ya atılan iftiradan sonra Phoebus sosyal statüsünü ve nişanlısını kaybetme korkusuyla içine düştüğü çaresizlikten kolayca sıyrılır, nişanlısından özürler diler ve geçici tutkularına Esmeralda'yı kurban vererek onu tek başına bırakır.
Bir adamın tutkusu ve mutluluğu arasında yaşadığı çaresizliği görüyoruz Phorebus'te.
Nişanlısını belki de çok seviyor fakat hepimizin içinde dizginlemek zorunda olduğu dürtülerine karşı koyamıyor. Esmeralda'yı tek başına bıraktığı ana kadar onu anlayacak veya en azından anlamaya çalışacakken son yaptığıyla gözümde bu eserin en kötü karakteri haline geliyor...





Aşkın  "İmkansız" Hali : Quasimodo


Ve Quasimodo... Sanırım anlatımımdan anladığınız üzere müzikalin en sevdiğim karakteri. Geçen günlerde yazdığım  Elif Şafak'ın Şemspare kitabında söylediği bir söz vardı. Kabaca : "kusursuz insanların yanında rahat edemem ; nerede kırık, ürkek, yaraları olan birini görsem onun yanında dillenirim, coşarım" diyordu.


Ben en çok o cümlede bulmuştum kendimi. Nerede dışlanmanın, hor görülmenin, farklı olmanın acısını yaşayan birini görsem oturup teselli etmek değil ; dünyasına girip, onunla aynı yerde oturup, aynı yöne bakmak isterim.
Sanırım bu yüzden en çok Quasimodo'yu sevdim.
Ama bu sevginin kesinlikle içimdeki türklüğün getirdiği genetik bir özellik olan "mazluma acıma" ve "drama aşık olma, hatta arzu etme" hastalığından kaynaklandığını zannetmiyorum.
Zaten müzikali izlediğinizde duyguları en saf olanın Quasimodo olduğunu gün gibi açık şekilde görüyorsunuz. Bu bile benim için sevme sebebi.



Quasimodo doğuştan şanssız, çirkin, kusurlu...
Esmeralda güzel, hem de çok güzel!
Belki Quasimodo'nun rüyalarında bile görmeye cesaret edemeyeceği kadar güzel...
Onun yakınında olmak, ona dokunmak hatta ona bakmak bile büyük bir lütuf Quasimodo için. Bakire kalmış bütün duygular abartılır ya hani ; hayatında değil aşkı, aşkın en saf hali olan merhameti bile görmemiş olan Quasimodo'nun Esmeralda gibi bir kadına aşık olmaktan başka çaresi hiç olmamıştır ki...
Aşk veya sevgi gibi duygular karşılıklı hesaplara bakılarak geliştirilmez, birden oluverir kim olduğunu düşünmeden. İmkansız, anlamsız veya olmaması gereken birine olabilir. Esmeralda'nın ona aşık olmasını sadece en uçuk hayallerine sığdıran Quasimodo elinde olmadan aşkın en imkansız halini yaşayacaktır.
Güzel ve Çirkin. Yılların masalsı ikilemi...








Aslında dereceleri farklı olsa da, 3 adamın aşkı da aşkın sadece "tutku" hali. Geçici bir heves, güzelliğe ve ona sahip olmaya duyulan bencilce bir ihtiyaç.
Başta da dediğim gibi bu müzikal,  insanın kalbine hakim olan tutkuların ne kadar büyüyebileceğini ve ruhunu nasıl esir alacağını gösteren en güzel eser.
Aşkın üç halini ; arzunun, çaresizliğin, insan egosunun üç halini anlatan Notre Dame De Paris, tabi ki o kusursuz müziklerinin de büyük ölçüde rol oynamasıyla uzun süre, belki de bende olduğu gibi kanınıza karışıp her melodide, en ufak fransızca kelimede dahi kendini hatırlatana kadar çıkmayacak aklınızdan.



Burada bir virgül koyup ana karakterler dışında bahsetmediğim 3 oyuncunun da adını anmak istiyorum. Yoksa en az diğerleri kadar yetenekli bu seslere haksızlık olacak.

Esmeralda'nın romanda onu kurtarmak için evlendiği özgür ruhlu şair :

Pierre Gringore  - Bruno Pelletier



Phoebus'ün nişanlısı
Fleur-de-Lys / Julie Zenatti




Esmeraldanın birlikte büyüdüğü çingene kralı 

Clopin  /  Luck Mervil

Esmeralda Clopin'i abisi gibi görmektedir fakat Clopin diğerleri gibi Esmeralda'ya aşıktır.



Artık o insanı altüst eden güzel müziklerine geçebiliriz sanırım....
Hepsini değil tabi ki. Sadece aklıma, kalbime işlenmiş olanları yazacağım.



Buraya bir dip not : Müzikalin enfes şarkılarının sözlerini Luc Plamondon yazmış, bestelerinin Riccardo Cocciante yapmıştır.


Müzikal başlangıcında Bruno Pelletier'in kişilik olarak piyanoya benzettiğim sesinden Le Temps Des Cathedrales'i dinliyoruz ve şarkının ardına saklanan çok güzel bir öykünün anlatılacağı hissi veriliyor bize. Piyanoya benzettim evet. Hani piyanonun bir tuşuna basılınca ardından sayısız melodi çıkar ve bir kaç farklı enstrüman çalınıyor hissiyatı verir ya bize. İste Bruno Pelletier de bu şekilde ufacık bir kelimesini dahi öyle güzel tonluyor ki ne demek istediğini ve ne diyeceğini anlıyor, hikayenin içine çekiliyoruz.



---------------------------------------------------------------------------------------------------

Phoebus Esmeralda ile tanışıyor...

Bohemienne...
Aynı anda hem hüzünlü hem de eğlenceli olabilen parçalara olan hayranlığımı defalarca dile getirmiştim. Bu da öyle bir şarkı. Esmeralda'nın kişiliği hakkında ipucu veren tek şarkı aynı zamanda. Geçmişini, bilinmezliğini ve özlemini anlatıyor bize çok ama çok eğlenceli, bir o kadar da hüzünlü bir şarkıyla...


---------------------------------------------------------------------------------------------------


Fleur-de-Lys ve Phoebus...

Ces Diamants- la
Phoebus'un nişanlı olduğu Fleur-de-Lys'in duygularını ve belki de aşklarını gördüğümüz tek şarkı. Phoebus'un bu kadar içten eşlik etmesi 2. kez izlendiğinde üzüyor insanı...



---------------------------------------------------------------------------------------------------


Quasimodo geliyor...

La Fete Des Fous

Baş kahramanımız Quasimodo'nun müzikale giriş yaptığı parça. :')
Bendeki çevirisiyle Deliler Bayramı!
Bruno Pelletier'in sesinin perdeleri, tonlamaları ve rengi muazzam, dansçılar ve kareografi soluksuz izlenecek kadar iyi. Hayran olmamak elde değil.




---------------------------------------------------------------------------------------------------


İki kadın, bir adam...

Le Mot Phoebus - Beau Comme Le Soleil

Esmeralda'nın Phoebus'e aşık olduğunu anladığımız parça. Devamında Fleur-de-Lys'in sahneye girmesiyle 2 kadının ortak duygularının karşısında taraf tutmak imkansızlaşıyor.
Bir adamın şehvetinin ve zayıflığının kurbanı iki kadın...




---------------------------------------------------------------------------------------------------


Phoebus'ün ikilemi...

Dechire

Phoebus'un kendine olan isyanının parçası. İçinde ne varsa, neyin ikilemini yaşıyorsa anlatıyor. Utanmadan, korkmadan.



---------------------------------------------------------------------------------------------------


Rahip Frollo'nun utandığı tutkusu...

Je Sens Ma Vie Qui Bascule - Tu Vas Me Detruire

İşte müzikalde en sevdiğim sesin o muhteşem performansında sıra...
Bir rahibin ömrünü adadığı, asla yıkılmaz sandığı bütün tabularının yıkılışını itiraf ettiği şarkı.
Frollo'nun müzikal boyunca süngüsünün düştüğü tek an ve o ses ahh o ses...
Daniel Lavoie'ye hayranlıktan öte duygular beslemeye sebep olan o oyunculuktan gözlerimi alamıyorum her izlediğimde.
Bir Quasimodo'daki acıyı, bir de Frollo'daki çaresizliği bütün kalbimle hissedebiliyorum.
O kadar başarılılar ki anlatmaya gerçekten kelimelerim yetmiyor, yetemiyor...



---------------------------------------------------------------------------------------------------


Evet, bu o, en çirkin! Bu Quasimodo!

Dren Que Le Monue Est Injuste

Quasimodo'nun kaderine ve çirkinliğine karşı hayata, yaratıcısına ve her şeye olan isyanı. Umutsuzluğunu en derinden hissettiğimiz tek şarkı.
Aşkın sadece görüntüyle sınırlı kalmasının ne kadar adaletsiz olduğu gerçeği. İnsanoğlunun doğduğu günden beri güzelliğe tapınmasının anlamsızlığı.
Bu kadar severken Esmeralda'ya dokunamayacak olmak fakat bir yandan belki de onu hiç sevmeyen Phoebus'un sadece yakışıklı olduğu için Esmeralda'nın o çok kıymetli aşkına sahip olması. Hayatın adaletsizliği. Quasimodo'nun haklılığı.

Garou'nun oyunculuğu yine yine yine muhteşem.




---------------------------------------------------------------------------------------------------


Güzel...

Ve son olarak tabi ki...

Belle

Sona sakladığım bu efsane şarkıyı anlatmaya benim çaresiz kelimelerimin yeteceğini sanmıyorum ama deneyeceğim...
Belle, tüm zamanların en iyi 10 fransızca şarkısı arasında yer almış, müzikalin en bilinen ve en sevilen parçası.
Öyküsünü 3 adamın arzusu üzerine kuran müzikalin, üç adamın da duygularını en net anlattığı kelimelerle bezeli bir büyüleyici eser.
Belle ; Quasimodo, Frollo ve Phoebus'ün yıllar sonra bile akıllardan çıkmayacak performanslarıyla bir nevi müzikalin özeti gibi.
Büyüleyici. Tek kelimeyle anlatmak gerekirse bu şarkı ve bu performans kesinlikle büyüleyici...



Dip not: Belle kelimesinin çevirisi kutsal google translate tarafından "dilber" olarak yapılırken, diğer kaynaklarda "güzel" olduğu yönünde. Kararsızlığa düşsem de "güzel" olarak düşünmek ve dinlemek daha çok keyif verdiği için onu tercih ettim. Fransızca bilen arkadaşlardan yorum alırsam sevinirim.

---------------------------------------------------------------------------------------------------


Hayatın manevi ve maddi tarafları arasındaki bütün çizgilerde gezinen Notre Dame De Paris müzikali bunları anlayabilecek şanslı insanlar için tam bir baş yapıt.
Yoksul - zengin, güzel-çirkin, sevilen-nefret edilen ve yasaklar, günahlar, tabular...
İnsan olmanın gerektirdiği bütün duyguların aslında -bilinçli veya bilinçsiz- belli menfaat sınırları içinde şekillendirilmesi sanırım müzikalin anlattığı en acı gerçeklerden biri.
Farklı olmayı bu yüzden hep seveceğim sanırım. Gerçekten bencilliğimizi ve beğenilme, sevilme tutkumuzu dizginleyebilen insanlar olmayı başarabildiğimiz günler hiç gelmeyecek olsa bile.





Tabi ki burada selam surulacak daha bir sürü güzel şarkısı var Notre Dame de Paris'in ama ben en sevdiklerimden müzikalin kısa bir özeti gibi sunmak istedim. Gerçi fikir edinmek isterseniz sadece Belle şarkısını dinlemeniz bile yeterli olacaktır :)


Ve son olarak size müzikalin tamamını sunuyorum. Bütün bütün haftamı harcadım şu videoları buraya koyabilmek için. Sebep ise şu : internette müzikalin bir çok çevirisi var. Çoğu saçma sapan. Fakat bendeki hali hem şiirsel bir dille, hem de mantık çerçevesinde ve olayların gelişimini anlayacağımız şekilde çevrilmiş.
Hiçbir yerde de aynısını bulamadım. Bendeki halinin de codec'i  sorunlu olunca epey uğraştırdı ama değdi.
An itibariyle efendim videoya alt yazı entegre etmek olsun, videoyu istenilen formata çevirmek olsun her türlü sorunuzun muhattabı olabilecek kıvama geldim.




Ve tabi ki en güzeli bu müzikali duymamış olan bir kişiye dahi olsa müzikali tanıtan kişi olabilmek. Bu bana şimdiden mutluluk veriyor. An itibariyle hiç de gitmek istemiyorum İstanbulda'ki gösterime.
Garou'suz çakma Quasimo'donuz sizin olsun, hıh! (-_-)


Bir de ekstra önerdiğim videolar olacak bir kaç tane.

Garou, Daniel ve Patrick'in yıllar sonra bir konserde gerçekleştirdikleri nefis bir Belle performansı var şurada : Tıkla

Bütün ekibin yine yıllar sonra katıldıkları bir televizyon programındaki performansları var. Müzikalin en güzel parçalarını söylüyorlar, sesleri onca yıldan sonra yıpranmış olsa da hala nasıl da duygulu... Hele ki Belle söylenirken Helene Segara'nın ağlaması düşündürdü beni ; bizde sanatını bu kadar içten yaşayan insanlar var mı? Şurada : Tıkla


Gerçek aşkın anlamını kavrayabildiğimiz günlerin gelmesi umuduyla, sevgiler Ponti'den.

Facebook /  Twitter   /  Instagram
















Ön Yargılarımı Yıkan Şiir Gibi Film : Kelebeğin Rüyası (2013)

$
0
0
Merhaba izleyici.
Yılmaz Erdoğan filmlerinin bende her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Sevmediğim filmi yok gibi.
Türk sinemasından bucak bucak kaçarım. Bunu iyi bir haltmış gibi söylemiyorum ama Recep İvedik'in tüm zamanların en çok izlenen filmi olduğu bir sinema kültürünü de ne kadar sevebilirim siz düşünün.  

Bir de madalyonun öbür yüzü, Nuri Bilge Ceylan ve müridleri kısmı var ki o kısıma da pek sevdiğim söylenemez. O yüzden Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve nadiren rastladığım, eleştirel festival filmleri dışında pek türk filmi izlemediğim için Kelebeğin Rüyası 'nı izlemem de biraz zaman aldı. 

Ama ne kadar geç kaldığımı izlediğimde anladım. Öyle, öyle,öyle güzeldi ki...
Kıvanç Tatlıtuğ'un oyunculuğu önünde saygıyla eğilerek bütün ön yargılarımı kırdım.
Mert Fırat'ı severdim ama daha da sevdim. 
Yılmaz Erdoğan'a hem rolü, hem de yönetmenliği ve senaristliği icabıyla daha da hayran oldum...

 Kelebeğin Rüyası , hayatlarını anlattığı şairleri utandırmayacak "şiir" gibi bir film...






Gerçek hayatlardan uyarlanan film 1940' larda geçiyor. Mükellefiyet kanunu çerçevesinde Zonguldak'taki maden ocaklarında çalışmaya zorlanan 15-65 yaş arasındaki insanların dramını işlerken, bir yandan da Behçet Necatigil 'in (Yılmaz Erdoğan)  verem hastalığına yakalanmış öğrencileri olan şair Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) ' nun hayatını anlatıyor bize. 




Edebiyata ve sanata tutkun iki şair, ünlü edebiyat dergisi Varlık'ta şiirlerini yayınlatmak için uğraşmakta, bu yolda öğretmenleri Behçet Necatigil'den tavsiyeler almaktadır. Tam bu dönemde belediye başkanının kızı Suzan (Belçim Bilgin) Zonguldak'a gelir. İki şairimiz Suzan'ı görür görmez bir iddiaya girer. İkimizde birer şiir yazacağız, kız hangisini beğenirse o kazanacak. Bunun üzerine şair Muzaffer o ünlü repliği söyler :

-Kız şiirden anlıyorsa beni seçer, anlamıyorsa zaten senin olsun. 




Başta konunun gidişatının iki arkadaşın Suzan için kavga etme noktasına doğru ilerleyeceği zannedilse de olayların öyle gelişmemesi filmi sevdiren en önemli etkenlerden biriydi sanırım. 
Suzan üzerine girdikleri iddianın Suzanla alakası olmadığını, sadece Suzan'ın güzelliği gölgesinde büyüttükleri şiire olan tutkularından kaynaklandığını daha iyi anlıyoruz olayların gelişimi sayesinde. 
Diyaloglar o kadar güzel ki durdurup not aldım sürekli. Zaten şiirin üzerine kurulu bir filmden beklenilecek her şeyi veriyor film. 
En etkileyici anlatımlarla bezeli, içinde hem dramı hem de en aydınlık duyguları barındıran, su gibi akan, yok yok en güzel tabiriyle "şiir" gibi bir film. 

Özellikle Yılmaz Erdoğanlı sahnelerde birbirleri ile şiir yoluyla iletişim kurmaları enfesti. O sahneleri  ne kadar uzatsalar da izleyebilirdim sanırım.



Zamanla Suzan, Muzaffer ve Rüştü ile arkadaş oluyor fakat kalburüstü çevrede yaşayan Suzan'ın veremli iki şairle görüşmesi en başta babası tarafından hoş karşılanmıyor.  
Şiirin çevreleri tarafından küçük görüldüğü ve şairliğin bir meslek olarak görünmediği bir zamanda Rüştü ve Muzafferin hayalleri gerçekliğe defalarca yenik düşüyor. Özellikle şairlikten para kazanarak kendi ayakları üzerinde durmak isterken, bir çok defa aşağılanmaları en üzen sahnelerden oldu hep. 







Başta dediğim gibi Kıvanç Tatlıtuğ'a fazlaca birikmiş bir ön yargım vardı. Kızların yakışıklılığına ölüp bitmesi ve hep popüler dizilerde oynaması sebebiyle şişirilmiş oyunculardan biri zannederdim onu.  Ama bu film ile birlikte bu yargım kesinlikle değişti. Çekingen, içe dönük ve şiire aşık şair Muzaffer rolünü çok iyi giymişti üzerine. 

Bu rol daha iyi oynanabilir miydi? Belki. Ama rolü için yaptığı en büyük değişiklik saçının rengini değiştirmek olan ve aynı mimik ve tavırlarla 54685 karakteri oynayabilen oyuncularımızdan sonra bir film için bu kadar kilo vermesi bile takdirimi kazanmaya yetti. Ben türk sinemasında hatırlamıyorum işini bu kadar ciddiye alıp fedakarlık yapan bir oyuncu. Hatalıysam hatırlatın. 

Bir sahnede tişörtünü çıkardı yok artık dedim. Kaburgalarının sayılmasından ziyade bütün iskeletini görebilirdiniz. Takdir ettim.






Mert Fırat'ı ise sevdiğimi söylemiştim. Özellikle Başka Dilde Aşk filmindeki rolüyle 
her zaman hatırlarım. Filmde ise tabi ki Kıvanç kadar iyiydi ama ona alıştığım için o kadar şok olmadım sanırım :)

Belçim Bilgin'in oyunculuğu hakkında bir şey diyemiyorum. Sadece lise çağında bir kız için görünüşü fazla olgun, sesi ve tavırları ise "özel" bir kız için fazla tiki idi. 
Bir de rolle ilgili bir sorunum var. Bu kadar şiir odaklı duygusal bir film için Suzan rolünün "özel" olduğunu belli edecek, onu diğer kızlardan ayıracak özelliklerinin daha çok göze batırılmasını isterdim. Diğer konuların gelişimini sekteye uğratmadan, ufak detaylarla. Yukarıda dediğim gibi belki de Belçim Bilgin'i ses tonu ve konuşma tarzıyla "şımarık zengin kızı" rolünden çıkaramadığım için böyle hissetmiş olabilirim. 




Not ettiğim repliklere geçmeden önce son olarak filmin her biri fotoğraf karesi tadında sahnelerine değinmek istiyorum. Diyaloglar ile işlenen şiirin büyüsü sahnelerde de vardı. Öyle ki durdurup ekran görüntüsü almak istedim sürekli. Sanki bir fotoğraf dizisine bakarmış gibi oldum filmi izlerken. Çekim açıları ve teknikleri filme yakışır şekilde şiirseldi. Bu benzetmeyi çok kullandığımın farkındayım ama fillmin güzelliğini anlatmak en çok bu cümleyle mümkün oluyor sanırım.

Bir kaç kişi tarafından "gereğinden uzun" ve "kopya sahneler var"şeklinde eleştirilen Kelebeğin Rüyası'nda en başta dediğim gibi ağır sanat filmleri sevmememe rağmen bir an bile sıkılmadım. Her sahne, her diyalog gerektiği kadardı.
Kopya sahneler konusunda ise eleştirdiğim bir türk filmi ise biraz toleranslı davranmak zorunda kalıyorum. Çünkü bu sektörü çıkarabildiğimiz nokta ve sunabildiğimiz kaliteli film sayısı göz önüne alınırsa bu sonuçları daha iyi noktalara taşıyacak her filmin genel standartlara göre değil de daha spesifik olarak eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. En başta türk sinemasına verilecek destek açısından bu çok önemli. 



Yine çok konuştum. Her film postunda sade olacak diyorum ama hissettiğim duyguların yoğunluğuyla ilgili olarak pek durduramıyorum kendimi  (*^.^*)


Gelelim filmin hayran kaldığım, şiir tadındaki en güzel repliklerine :


Yolcu vedalaşmayı bilecek...
Ne kısa tutacak, ne lüzumundan fazla uzatacak
Onu başka bir kanaatle aldatmaktan geçer bir fikirle vedalaşmak
Yolcu vazgeçmeyi bilecek, kendisinden bile
Yoksa gölgesi boyunu aşar
.........................................................................


(Şiire isim düşünürken)
Rüştü : Petek! Petek nasıl?
Muzaffer : Fazla tatlı. Bir edebiyat dergisi için fazla tatlı. Şey olabilir mesela, şehir! Şehir.
Rüştü : Yaşamak da olabilir. Yaşamak güzel değil mi hocam?
Behçet :  Bazen... Mesela şu yediklerimizin parasını peşin verebildiğimiz bir yaşamak daha güzeldir. 
.........................................................................


- Kız şiirden anlıyorsa beni seçer, anlamıyorsa zaten senin olsun.
.......................................................................


- O kıza şiir yazılmaz.
- Niye?
- Elini sıkmadı senin.
- Korktu, herkes gibi.
- Herkes gibi olana şiir yazılır mı?
- Yazılmaz mı?
- Yazılır mı?
- Biz kıza şiir yazmayacağız ki, kız bizim bahanemiz. Aşk bahanesidir şiirin. Nasıl?
.........................................................................


- Sonunda putları yıkıyoruz.
- Yenilerini yaparlar merak etme.
........................................................................


- Aslında insanlar tokalaşınca verem bulaşmaz. Olsa olsa biraz sevgi bulaşır, o da unutunca geçer.
.........................................................................


- Yazdıklarınıza aşık olmayın, ama yazın.
.......................................................................


- Tek yaptığımız tutanak tutmak, gerisi takdir-i mutlak.
.........................................................................


- İyi şiir sahipsizdir...
.........................................................................


- Hastayız biz!
- Aşığız biz.
.........................................................................


Acı bahanesidir şiirin,
Aşk bahanesidir şiirin,
Şiir bahanesidir hayatın.
........................................................................


- Nedenini bilmediğim gizli bir kibir var bende
.........................................................................


Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim.
Aynalardan evvel.
.........................................................................


- Sen kötü şeyleri çok güzel söylüyorsun
.........................................................................


- Unutmak değil ama belki hatırlamamak mümkün.
.........................................................................


Behçetin, şair Muzafferi sanatoryuma alması için baş tabibi durdurup Muzaffere okuttuğu şiir :

Diyecekler ki arkamdan, ben öldükten sonra ;
O yalnız şiir yazardı ve yağmurlu gecelerde elleri cebinde gezerdi.
Yazık diyecek hatıra defterini okuyan
Ne talihsiz adammış,
İmanı gevremiş parasızlıktan.

.........................................................................


Hiç değinemedim fakat filmin Rahman Altın imzalı müzikleri en az film kadar başarılı.
Şiir ve müzik hayatımızdan hiç eksik olmasın...
Sevgiler.





Bitmeyen GFC Sorunlarını Protesto İçin Blogları Komple Kapatıyoruz (-_-)

$
0
0
Yok yok şaka tabi. Ama komple wordpress'e mi geçsek ne yapsak ben cidden çok sıkıldım :/


Güncelleme : Gelen yorumların izinde denendi ve görüldü ki şuradaki yöntemi ard arda denerseniz başarıya ulaşıyorsunuz, bilginize:

http://bakimlikedi.blogspot.com.tr/2014/03/gfc-sorunu-blogumu-nasl-izlemeye.html

Nedir bu çektiğimiz 1 aydır nedir?
Önce GFC (Google Friend Connect) kutucuğu gitti hadi onu geri getirmenin yolunu bulduk bir şekilde :

http://pontinintakilari.blogspot.com.tr/2014/01/kaybolan-gfc-kutucugunu-geri-getirme.html

Şimdi de bir bloğa üye olmak istediğim zaman

"Maalesef isteğiniz gerçekleştirilemedi, lütfen daha sonra tekrar deneyin" diyor. Ya sabır!




Okuma listesini kullanmıyorum ama arayüze girdiğimde görüyorum ara ara o da sapıtıyor, hiç blog izlemiyorsunuz filan diyor.

Son çare olarak arayüzde soldaki ekle tuşundan bloglara üye olmaya çalıştım bu sefer de :

"Zaten maksimum sayıda (300) blog izliyorsunuz. Daha fazla blog izlemek için bir kaçını silin"diyor.

Haydiiii....

E 400 blog izleyen kullanıcılar var onlar gözünden mi kaçtı veya sanane benim izlediğim blog sayısından ooooof cidden ben düşünüyorum başka bir yere taşınmayı, çok zor olsa da (-_-')

Var mı bir çözüm bulan?

Anime Hayattır #6

$
0
0


Hala bilmeyen varmış. 

Anime : Bakuman

LINE MESAJLARINIZI YABANCI GÖZLERDEN UZAK TUTUN

$
0
0
LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor!
Yoğun iş temposu, şehirleşme ve hızlanan yaşam bizleri dijital dünyada sosyalleşmeye yöneltiyor. Bu alanda bilindik sosyal medya kanallarının yanı sıra ücretsiz mesajlaşma, ücretsiz sesli ve görüntülü arama gibi birçok hizmeti bir arada sunan mobil mesajlaşma platformları da öne çıkıyor. Aile bireylerinden arkadaşlara kadar hayatımızdaki herkesle her an paylaşımda bulunduğumuz bu platformlarda kullanıcıların dikkat ettiği en önemli özelliklerden biri de güvenlik sistemleri. Bu anlamda rakiplerinden ayrılan LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor. LINE’ın iç denetim yönetimi alanında üç uluslararası sertifikaya (SOC2, SOC3 ve SysTrust) sahip olan ilk mobil mesajlaşma uygulaması olması da güvenlik standartlarına verdikleri önemin bir kanıtı niteliğinde.
Telefon Numaranızı Gizli Tutun
LINE’da kendinize özel bir ID belirleyerek telefon numaranızı kimselere vermeden iletişim kurabilirsiniz. Sizi LINE ID’nizi kullanarak ekleyen kişiler telefon numaranızı göremezler. LINE ID’nizi belirlemek için Diğer/Daha Fazlası > Ayarlar > Profil menüsünü kullanabilirsiniz.
Telefon numaranıza sahip kişilerin LINE arkadaşları listesine otomatik olarak eklenmek istemiyorsanız “Başkalarının Eklemesine İzin Ver” seçeneğini kapatabilirsiniz. Böylece sizi sadece LINE ID’nizi paylaştığınız kişiler ekleyebilir.







Tanımadığınız Kişilerin Sizi Rahatsız Etmesine Engel Olun
Anlık mesajlaşma uygulamaları kullananların korkulu rüyalarından birisi de yanlışlıkla alakasız bir mesajlaşma grubuna eklenmektir. LINE’da tanımadığınız kişilerin bulunduğu bir grup sohbetine davet edildiğinizde grupta bulunan kişiler telefon numaranızı göremiyor.
Tanımadığınız bir kişi size mesaj attığında LINE otomatik olarak  “Ekle”, “Engelle” ve “Şikâyet et” seçeneklerini sunuyor. Eğer size mesaj gönderen kişiyi tanımıyorsanız kolayca engelleyebiliyorsunuz.




Telefonunuz Yanınızda Olmasa Da Mesajlarınızı Koruyun
Yazışmalarınızı meraklı gözlerden korumak için LINE’a şifre koyabiliyorsunuz. Diğer/Daha fazlası > Ayarlar > Gizlilik ayarlarından “Şifre Kilidi”ni kullanarak LINE’ın her açılışta şifre sormasını sağlayabiliyorsunuz.





Ayrıca “Sohbet Odası Ayarları”ndan tüm sohbet geçmişinizi ve sohbetler içerisinde paylaştığınız tüm dosyaları tamamen silebiliyorsunuz.
Bir arkadaşınız LINE’dan size mesaj yazdığında bildirimin ekranda mesaj okunacak şekilde belirip belirmemesi ile ilgili ayarlarınızı da istediğiniz gibi düzenleyebiliyorsunuz. Bildirim ayarlarında yer alan “Önizleme göster” seçeneğini kapattığınızda, yeni bir mesaj geldiğinde ekranda gelen mesaj yerine “Bir mesajınız var!” yazısı görünüyor.





Paylaşımlarınızı Gizleyin
LINE’ı rakiplerinden ayıran bir diğer özelliği de ileti, fotoğraf, video, bağlantı gibi paylaşımların yapılabildiği, sosyal medya yapısına sahip Timeline ve Home özellikleri. LINE’daki Timeline ve Home hareketlerinizi yalnızca arkadaşlarınız görebiliyor. Ancak burada da iletilerinizin kimler tarafından görüntülenebileceğini belirleyebiliyorsunuz.
Timeline’ınızda paylaşmak istediğiniz iletinizi hazırlarken alt menünün en sağında bulunan “Kişiler” sembolüne tıklayarak iletinizin gizlilik ayarlarını yapabilirsiniz.






Nerede, Ne Zaman İsterseniz Güvenle Konuşun, Mesajlaşın!
LINE'ı tüm akıllı telefonlarda (iPhone, Android, Windows Phone, Blackberry, Nokia), tabletlerde ve hatta bilgisayarınızda bile kullanabilirsiniz.

Kullandığınız cihaza uygun LINE indirmek için: http://line.me/tr/download

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Anime Hayattır #6

$
0
0


Hala bilmeyen varmış.

Anime : Bakuman

Takip Edilememe Sorununa Blog Deposu'ndan Kesin Çözüm!

$
0
0
Merhabalar.
Bildiğiniz üzere işimiz gücümüz kalmamış gibi blogger sorunlarıyla uğraşıyoruz haftalardır.
Son sorunumuz takip edememek ve edilememekti. "Bu siteye katılın" butonuna tıkladığımızda hata alıyorduk.

Blog deposu buna şöyle bir çözüm bulmuş. Bizim için bir buton hazırlamış ve buna takip linki vermiş. Bu butonu bloğunuza yerleştirdiğinizde artık isteyenler sizi bu butona tıklayarak takip edebilecekler.

Tabi ki benim gibi kendi butonunuzu da yapabilirsiniz tasarımınıza göre. Ben izleyiciler kutusunun üstüne butonumu yerleştirdim bile.


Nasıl yapılacağını blog deposu anlatmış :  şöyle alayım


 Umarım en kısa zamanda düzelir. Düzelmese de bu yöntem bloğumuzun tasarımını bozması dışında iş görür gibi görünüyor. Bir an önce diğer bloggerları bilgilendirelim ki herkes yapsın şu işlemi bitsin bu çile (-_-')

Sevgiler.

Hadi şarkısız gitmeyeyim, nedense art arda dinliyorum deminden beri :


Acapella'nın Neşeli Adamı : Alaa Wardi

$
0
0
Merhaba!
Acapella adı verilen müzik türüne uzun yıllardır hayranım. Peki nedir Acapella?

Acapella, enstrüman olarak insan sesini kullanan bir müzik türüdür. Acapella'da duyduğunuz ve enstrümandan ayırt edemediğiniz bütün baslar, tizler, geçişler, her şey insan sesinden ibarettir. Bugün tanıştıracağım Alaa Wardi gibi tek kişi tarafından icra edilecekse bütün melodilerin ayrı ayrı kaydedilip, sonradan başarılı şekilde birleştirilmesini kapsayan uzun ve emek isteyen bir süreç gerektirir. Grup halinde olanda ise kusursuz bir ritm duygusu ve konsantrasyon istediği bariz.Hal böyle olunca duyduklarım bende iki kat fazla hayranlık uyandırıyor doğal olarak.

Son zamanlarda keşfettiğim Alaa Wardi bu konuda beklentileri her parçada daha da yükseltecek bir yeteneğe sahip. Gerçekten inanılmaz başarılı. Siz de bu türü sevenler veya yeni keşfedecekler olarak bu sesi duyun istedim, her zamanki gibi ^_^







Alaa Wardi  Suudi Arabistan doğumlu, 27 yaşında bir sanatçı. Amman'da müzik ve ses mühendisliği üzerine eğitim görmüş.
Coverlarının bazıları orjinalinden bile güzel. Şarkılara bazen  kattığı arabik ritmler ise çok sevimli ve kesinlikle çok yakışıyor. Lafı uzatmadan dinlemeye geçelim.





..................................................................................



5 -  No Woman No Drive

Beş numarada tabiri caizse bir efsane var. Alaa Wardi söylemiyor, sadece arka plandaki müziklerin düzenlemesi ona ait. Yine de çok güzel bir çalışma olduğu için listeye koymadan edemedim. Bu şarkı Hisham Fageeh tarafından Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanma yasağına tepki olarak yapıldı. Ya da karşı olanlara bir destek olarak değerlendirebiliriz.
Şarkı yayınlandığında çok ilgi gördü, amacına ulaştı. Şarkı Bob Marley'in No Woman No Cry (kadın yok ağlamak yok :D ) isimli şarkısından uyarlama. Çok, çok, çok eğlenceli!


..................................................................................



4 - Aicha

Buradan sonra Alaa Wardi'yi dinlemeye başlayabiliriz. 90'ların meşhur Cheb Khaled yorumuyla dinlediğimiz Aicha parçası Alaa Wardi'nin elinde bir başka güzelliğe dönüşmüş.



..................................................................................



3 - Happy

Tabi ki Pharel Williams'ın Happy 'si  (*^_^*)
Çok eğlenceli bir kliple bize sunuldu bu cover. Klipteki timsaha öldüm, bittim, bayıldım :D



..................................................................................



2 - Royals

Lorde'un ilk dinlemede sevilen ödüllü şarkısı Royals kabul etmek gerekir ki acapella için en elverişli şarkılardan biri. Alaa Wardi'de hakkını vermiş,  dinlemekten bıkılmayacak bir cover yapmış. nakarat kısımda giren arabik ritmler çok yakışmamış mı sizce de?
Klipteki halleri ise yine kendine özgü, yine çok güzel :)
Bir de şu post it'ten yapılma köşeyi/duvarı yapmayı aklıma koydum desem deli der misiniz bilemiyorum  :v


..................................................................................



1 - Jai Ho

Ve 1 numaram Jai Ho!
Peter Hollens ile birlikte çalıştığı parça bana göre orjinalinden kat be kat daha iyi. Dubstep ritmlerle birleştirmeleri dahiyane bir karar olmuş. Geçen günlerde yazdığım A'dan Z'ye serimin 2. postunda da J harfinde ilk aklıma gelen şey bu şarkıydı :)
Bu arada Jai Ho Oscar ödüllü film Slumdog Millionaire filminin soundtrack'i.
Tadını çıkarın!



Alaa Wardi'nin youtube kanalına üye olarak yeni parçalarından haberdar olabilirsiniz. Kanalında diğer iletişim adresleri de var zaten. 

 Bizde acapella'ya en yakınlaştığımız zaman sanırım Sertab Erener'in Voice Male grubuyla birlikte Zor Kadın'ın acapella halini seslendirmesiyle olmuştur. Daha köklü ve bilmediğim acapella çalışmalarımız varsa affola.

Acapella tanımına yabancı olduğumuz için çoğu videoda parantez içinde "insan sesleriyle" diye geçer şarkı. Zaten çok şeker bir şarkı olan " Zor Kadın" bence bu haliyle çok daha mükemmel :)

..................................................................................



Bu güne kadar Pentatonix'i (zenci arkadaş bambaşka bir boyuttan) , On The Rocks'ı (çok sevimlisiniz :) ,  Glee'de az da olsa görebildiğim Warblers'ı  (Blaine :')   dinlerdim acapella denilince. Bir de Alaa Wardi var artık ^_^

..................................................................................


Şurada 90'ların şarkılarını acapella halinde söyledikleri nefis bir çalışma var.
Şurada yeni tanıdığım, arkada 2. bir şarkı çalışıyormuş gibi hafif rahatsızlık verse de, sanatın tekme tokat kovulduğu bir ülkede desteklenmesi gereken bir türk acapella grubu var. 90 lar türk pop tarihini seslendirmişler :)
Şurada Miley Cyrus'un sevdiğim tek parçası olan "We Can't Stop"ın Jimmy Fallon'lı şirin bir acapella yorumu var. 
Şurada Marionun müziğini yapmış bir çocuk var, dinlemeye doyamıyorum yıllardır :) 

(Şarkının adını unutunca çaresizlikle "gutgutti" diye arattığım maalesef doğru :(   )

..................................................................................



Konu acapella olunca, bir de ilk defa acapella postu yapıyor olamanın hevesiyle şimdiye kadar kulağımda yer edenleri paylaşarak kendi çapımda müzik ziyafeti vermek istedim.  Beğenmeniz ümidiiyle efenim.

Sevgiler Ponti'den,
Müzikle kalın!


Yıllar Sonra Mim Cevaplamak

$
0
0
Merhaba izleyici,
Mimlerin okuyanları sıktıklarını, kendim hakkında sayfa sayfa yazmanın saçma olduğu düşüncesiyle epeydir mim cevaplamıyordum. Ama bu sefer Titania'nın Çöplüğü tarafından 3 soruluk kısacık bir mim geldi. Cevaplamak istedim :)




1 - Neden Ponti?

Bunu bir kaç defa anlatmıştım gene anlatayım, gene yad edeyim bebeğimi...
Benim 19 yaşında Ponti adını verdiğim bir kedim vardı. Ponti'nin nereden aklıma geldiğini hiç hatırlamıyorum. O zamanlar babaannemle yaşıyordum ve babaannem aşırı titiz biri olduğu için beni maalesef anca 8 ay idare edebildi. Büyük kavgalardan sonra bebeğimi terketmek zorunda kaldım. Bu benim ömür boyu hatırlayacağım acı bir hatıra olarak kaldı. Vicdana azabını ve utancını hala içimde taşıyorum. Zaten bu yüzden de tam 11 yıldır kedilere aşık olmama rağmen bir kedi sahiplenemedim ya bırakmak zorunda kalırsam ya da hakkıyla bakamazsam diye.
Sokakta görsem gözlerimin dolduğu kedilere bir gün yeniden annelik yapabilmek ise şu hayattaki en büyük isteğim. O gün gelecek, inanıyorum...


Ponti...

...........................................................................




2 - Hayat felsefeni belirleyen söz nedir?

Ben çok değişken bir insanım. Buna bağlı olarak hayat felsefemi de öyle tek bir söze bağlayamıyorum. Titania'nın miminden alıntı olacak ama hayata bakış açımı tek bir sözle özetlersem illa ki bir şeyler eksik kalır.
Sadece elimden geldiğince eğlencenin, mutluluğun olduğu kadar karanlığın da, hüznün de tadını çıkarmaya çalışıyorum. Hayat asla tek bir renk ve şekilde sürdürelemez, değişkendir. Bazen tek ihtiyacınız gülmek iken, bazen de ağlamak kadar sizi mutlu eden bir şey olamaz.
Belirli bir felsefem olacaksa içinde illa ki özgürlük geçen bir şey olurdu desem yeterli olur herhalde.
Bir de hayatımın fonunda çalan, yapılan ve yapılacak olan tüm şarkılardan daha çok sevdiğim bu şarkıyı, sözleri ve müzikleriyle bir bütün halde hayat felsefem olarak da kabul edebilirsiniz :')



...........................................................................



3 - Kendimle ilgili 3'ü doğru 4 şey nedir?


Bana nerede olduğumu unutturacak kadar hayalperest biriyim.
Aynı anda hem neşeli, hem hüzünlü şarkıları çok severim
Kelebekleri çok severim
Yazmak benim terapimdir.

=)

...........................................................................


O zaman ben de gaza gelerek ilk aklıma gelen üç ismi mimliyorum. Çünkü çok keyif aldım cevaplarken.

Hayallerimde Ben, Ben Raif, ve Bu Kaçıncı Oldu Hatırlamıyorum mimlendi. Yanıtlamama hakları saklıdır :)
Ayrıca aylar önce beni mimleyen fakat bir türlü yapamadığım Sempa'dan da özür diliyorum :(

Sevgiler!







Yeşil - Turuncu Dönüşüm Kolye

$
0
0
Konnichiwa minna!

Geçmiş zamanlarda yaptığım ve epey beğenilen gökkuşağıhalkaları  adını verdiğim  kolye-bileklik takımının kenarda kendi kendine karardığını görünce ilk iş elime makası alıp parça pinçik etmek oldu caanım takıları.

Bir daha da o çirkin kararmayı görmemek için yine ip sarama yöntemiyle tek bir kolyeye dönüştürdüm halkaları. En son en az bir ay ip görmek istemiyorum demiştim ama olmadı be okuyucu.








Yeşil bence büyülü bir renk. Tonunu ayarlarsanız neredeyse her renkle uyum içinde olması mümkün. Ben en çok turuncu, pembe ve kırmızı ile olan uyumunu seviyorum.
Yaz gelmek üzereyken böyle aydınlatıcı renkteki takılara ihtiyacım vardı. Tabi bir yağmur, bir kar yağıp 5 dakika sonra fazlasıyla sıcak bir güneşle bizi kavuran Ankara havası nazı bırakıp inceden bahara dönmeye karar verirse (-_-)


Bu da pazar şarkım ^^ Geçen gün pek sevdiğim Joy Fm'de rastladım. Bildiğimiz Maroon 5'ın harika Misery şarkısının akustik versiyonu. Nasıl nefis, nasıl akıcı ve yumuşacık. Dinlemelisiniz.



Tüm haftanız sorunsuz geçsin.
Sevgiler!





Bu Haberi Okumadan Sigorta Yaptırmayın!

$
0
0


Bir süredir iletişim çalışmaları çok dikkatimi çeken bir sigorta firmasından bahsetmek istiyorum bugün. Sigortanın kolay hali sloganıyla piyasaya çok hızlı bir giriş yapan Generali Sigorta’nın özellikle Zorunlu Trafik Sigortası’nda ve kasko poliçelerinde %70’e varan indirimleri ilgimi çekti. Blogda yazmak üzere biraz inceledim ve sadece kampanya olarak değil, tüm hizmetlerinin gayet memmuniyet verici olduğunu gördüm.




Bu arada piyasaya hızlı giriş dedim ama Generali 1831 yılında İtalya’da kurulmuş ve aslında 150 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteriyormuş. Adını elbette duymuştum ama ancak bugün yazabiliyorum.
Zorunlu Trafik Sigortası’nda %70’e varan indirimleri dışında Prestijli Kasko’larını da çok beğendim. Sigorta sektöründe bir ilk olarak, herhangi bir kaza anında sunduğu yol yardım hizmeti ile lastiğiniz patladığında ücretsiz lastik değişimi veya aracınızın yakıtı bittiğinde   Yapılan kaza sonrası acil bir noktaya yetişmeniz gerektiğinde yol yardım hizmetleri ile taksi ücretinizi dahi karşılıyorlar. Aracınız tamir edilirken 5 gün süreyle, size özel bir araç bile veriyorlar. Bence bu özel danışmanlık ve 7/24 destek hizmetleri şehir hayatının olası zorluklarını da hafifletiyor.
Bir de Mini Kasko ve Mini Kasko Ekstra ürünleri var. Mini Kasko, 1 çarpışma hasarını 2 bin TL’ye kadar kapsayan düşük fiyat kategorisindeki bir ürünmüş. Daha yüksek bir sigorta teminatı tercih edenler için bu tutar, Mini Kasko Ekstra ürünü ile 2 çarpışma hasarı ve toplamda 50 bin TL’ye kadar çıkabiliyormuş. Tüm bu hizmetler için ayrı ayrı teklif alıp, satınalım yapabiliyor olmak ise harika. Mini Kasko ve Mini Kasko Ekstra ürünlerinin fiyatları sabit. Zorunlu Trafik Sigortası içinse teklifler size ve arabanıza özel yapıldığı için indirimler kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Bu yüzden teklif alırken yaşınız, arabanızın yakıt türü gibi etmenler de önemli oluyor. Siz artık sitesinden aracınıza en uygun sigortayı detaylarıyla incelersiniz.



Generalinin 7/24 Özel Sigorta Danışmanlığı hattı 0850 555 55 55’ten veya generali.com.tr den 1 dakikada teklif alabilirsiniz. Bu arada Generali Sigorta müşterisi olmasanız dahi bir kez teklif alırsanız size kişisel sigorta danışmanı atıyorlar. Bilgi alan kişi her aradığında, karşısında aynı danışmanı buluyor. Böylece müşteriler sorunlarını her defasında baştan anlatmak zorunda kalmıyor ve telefonda uzun uzun beklemeden işlerini kolayca halledebiliyor.
Eh daha ne olsun:)
1 dakikada teklif alıp indirim kazanmak isterseniz, 31 Mart’a kadar generali.com.tr yi ziyaret edin derim.
1 Dakikada Teklif Almak için Tıklayın.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

80'ler Kutusu / Alphaville - Forever Young

$
0
0
Bir ponti insanı bir şarkıyı tam 2 hafta boyunca günde en az 4 defa (en az) dinliyor ve bunun önüne geçemiyorsa bu ne anlama gelir?

A - Hızlı yaşayıp genç ölmek için geç kaldığını fark etmiştir.
B - Alphaville'i çok seviyordur.
C - Şarkının doğduğu yıl yapılmış olması kendisini çok etkilemiştir.
D - Hepbiri.

İyi geceler!


Viewing all 221 articles
Browse latest View live