Quantcast
Channel: Ponti
Viewing all 221 articles
Browse latest View live

Barış Abi Bugün Doğdu...

$
0
0
Bütün şarkılar o güzel insanın ve bize bıraktığı kıymetli değerlerin anısına.
Seni çok seviyoruz....







Barış yolun sonunda,yürü demek boşuna...
Hayat duruyor dostlar, ben durmuşum çok mu?
Yaşam bitiyor dostlar, ben bitmişim çok mu?






Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi
Baldan öte, baldan ziyade
Pembe pembe yanakların
Güden öte, gülden ziyade...






Oysa bütün cesaretimi toplayıp sana gelmiştim
Senin için çarpan şu kalbi gör istemiştim
Tam elini tutmak üzereyken, aşkımı itiraf edecekken
Sokaktan gelen o sesle yıkıldı dünyam...





Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok....









Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor...






Seyyah oldum dolaştım şu alemi
Ah güzelim senin gibi bir vefasız görmedim ben...







Diyar diyar dolaştım ben
Yollara düştüm derdinden
Her çiçekte gördüm seni
Kara toprak ver yarimi...







Yine sensiz geçen bir gecenin, buz gibi sabahında...







Ben nasıl unuturum seni, can bedenden çıkmayınca...



Buraya koymadığım, hepsi birbirinden kıymetli bütün şarkılarına özürle...


Sen hiç unutulur musun Barış Manço? Senin devrine yetişememiş şanssız biri olarak bu kadar acıyorsa kalbim, seni bire bir dinleme şansına erişmiş, sen bu dünyadayken gençliğini, çocukluğunu yaşamış onca insan nasıl kederlidir şimdi sen yoksun diye kim bilir?
Yaşattığın ve bir ömür yaşatacağın tüm o duygular için binlerce kez teşekkürler. 
Ömrüne, kalbine, sanatına sağlık....




Yaşlı Bezi Markası Tena'dan Huzurevlerinde Gülümseten Sürpriz!

$
0
0
1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü’nde tüm Türkiye’nin sesini huzurevlerindeki yaşlılara ulaştırmak ve onları hatırlamamızı sağlamak için, dünyanın lider yaşlı ve hasta bezi markası TENA tarafından bir interaktif banner kampanyası gerçekleştirildi.

Gün boyunca www.hurriyet.com.tr‘deki bannerlarda ve www.herzamangenc.com‘da yayınlanan sosyal sorumluluk projesinde; mobil teknolojinin gücü, interaktif bir video banner ile mutluluğa dönüştürüldü. Sabahtan akşama kadar yayınlanan reklam bannerlarına tıklayanlar, açılan ekrana cep telefonu numarasını girerek, saniyeler içinde çalan telefonlarının diğer ucunda bir huzurevi sakininin sesini duydular ve yaşlılarımızın dünya yaşlılar gününü kutladılar.

Bu sürpriz kutlama kampanyasının iç ısıtan görüntülerini izleyince, onların mutlulukları büyük ihtimalle size de geçecek. Bu arada siz de bu sosyal sorumluluk kampanyasına destek olmak ve huzurevlerini aradığımızda yaşlılarımızın yüzlerinde yaratabileceğimiz mutluluğu etrafınızdaki kişilere hatırlatmak için kampanya videosunu #bukızıgüldür hashtagi ile paylaşabilirsiniz.

Bu kampanya, bir taraftan huzurevlerindeki yaşlılarımızı mutlu ederken, diğer taraftan büyüklerimizi hatırlamak konusunda her zaman dillendirdiğimiz iş yoğunluğu, yaşam mücadelesi, trafik gibi tüm bahanelerin, onların yüzlerindeki heyecanın yanında ne kadar detay kaldığını da gösteriyor. Bu heyecanı 1 Ekim'de kampanya boyunca yaşayan yaşlılarımız, 12 Kasım 2013 tarihindeki Mediacat Felis Reklam Ödülleri’nde 2 ödül birden alarak bir kez daha tattılar. Suadiye Huzurevi sakinlerinin ödül görüntülerini bu linkten görebilirsiniz:

http://www.herzamangenc.com/11/en-yaratici-dijital-sosyal-sorumluluk-projesi/





Bir boomads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Kıskanmak vs Kirlenmek

$
0
0
Kontrol edebildiğin sürece, onüne geçemediğin kötü duygularını kabullenmekte korkulacak bir şey yok!

Birini kıskanabilir, nefret edebilir, dünyandan, hatta dünyadan yok olmasını dileyebilirsin.
Ve bunun için eminim haklı ya da haksız bir sürü sebebin vardır. Ama sebep bulmana gerek yok. Bırak, sığınma bahanelere. Öyleyse öyledir, olumsuzsa olumsuzdur duyguların, üsteleme.

Aşağıdaki yazı aynı renk rujun 9 tonu kendisinde mevcut iken arkadaşında bulunan 10. tonunu kıskanan kezbanlara değil, haksızlıklarla kirlenen temiz kalpli insanlara ithaf edilmiştir.




Şu bir gerçek ki adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Aynı şartlarda doğmadığımız halde din kanalından aynı sınavı vermemiz, toplum kanalından ise aynı sosyal başarıyı yakalamamız bekleniyor. Yarış atı tabiri artık dillere sakız olmuştur ama çok doğrudur. Ve sadece sınava girip belli bir başarıyı yakalaması beklenen bir grup insanın değil, iş hayatında, sosyal hayatta, nefes alan her insanın maruz kaldığı bir muameledir.
Her zaman birisinden daha iyi olmalısın. Daha yaratıcı, daha farklı, daha özgün, daha köle, daha itaatkar.

Bazıları bunu çok iyi yapar, oyunun kuralını bir defa öğrenmesi yeter. Gurursuzluğun diplerinde gezinmeyi göze alarak hedeflediğine öyle hızlı koşar ki, biz hayat neden böyle diye elimizde kahvemizle köşede John Lennon'dan Imagine'ı  dinlerken onlar çoktan merdivenin basamaklarını üçer beşer atlamaya başlamıştır bile.



Hal böyle olunca yorulur insan, hem de çok yorulur. O sıkı sıkı tutunduğu hayali elinde son nefesini verirken çok düşünür insan ben bu hayali nasıl hayata döndürebilir, bu çarpık düzende nasıl hayatta kalabilir, değiştirmek istemediğim karakterime ve değerlerime dokunmadan nasıl mutlu olabilirim diye.

Daha zorlu bir hayat yaşadığın diğerlerinden daha fazla mutlu olmayı hak ediyorsundur aklınca. Lakin ki hayat öyle değildir.




Elinde değildir insanın bazı şeyler. Özenmek, gıpta etmekte olabilir adı, eğer masumsa duyguların. İşte bu yazıda zaten bunu üzerine. Hayatta herkes haklı veya haksız birilerini kıskanabilir. Ama bir insanı "kıskanç" yapan aslında kıskanmak değil, bu kıskançlığı kötü duygular ile beslemesidir.

Bir hayalin peşinde yıllarca koşturup, emek veriyoruz ama yine de ağzımız yüzümüz dağılmış şekilde hayatın bize "gelme lan bir daha buralara" demesiyle uyanıyoruz derin rüyalardan. Şu " bir şeyi yeterince istersen mutlaka olur" saçmalığına bir türlü inanamadım. Hayır efendim, bazı şeyler kıçını da yırtsan olmaz! Ve bu çoğunlukla senin yeterince bencil, iki yüzlü ve soğukkanlı olamaman kaynaklıdır.

Bu durumda da bizden daha az emekle hayal ettiğimiz yerlere gelen insanlara karşı kin, nefret ve kıskançlık gibi duyguları beslememiz çok doğal. Bu bizi kötü değil, sadece insan yapar.



Kimisi sırf kıskandığı için seviyeyi 0'ın altına çekip türlü saçmalıklarla karşısındakine zarar vermeye çalışır. İşte bu insanlardan olduğunuz anda değil o eleştirdikleriniz gibi olmak emin olun onlardan daha gereksiz bir varlık haline gelirsiniz. Tabi ki doğru bildiğiniz yolda bu insanlara aldırmadan yürümek zordur ama bu zorluğu aşıp sıradan olmamayı başarmak, bu neden yaşadığını bilmeyen insan sürüsünden sıyrılmak, emin olun kimsenin kolay kolay yakalayamayacağı bir huzur verecektir size.



Yılbaşı postumda bahsetmiştim şükredebilmenin öneminden. Mutluluğun anahtarı elindekiyle yetinmektir bunu unutmamalı. Ve hayatın adaletsiz olduğunu kabul ettiğiniz anda başlıyor huzur. Kendinizi günahınızla, sevabınızla kabul edin, öylece, sebepsiz sevin.

"Ben x'i kıskanıyorum" diyebilin kendinize dürüstçe veya
"Ben şu huyumdan tiksiniyorum"
"Bence bütün x'ler gerizekalı!"

Bütün olumsuzluk kartlarınızı açın, tüm karanlığınızla yüzleşin. Unutmayın, tüm iyi ve kötü duygular insanlar için. Yeter ki kötü duyguların dizginleri hep elimizde olsun. Hızla kirlenen bu kalabalığa karışmayalım.

Çok mu negatif bir post oldu? Hayır canım, gerçekler sadece.
Ama yapabileceğiniz şeyler de var bir dolu. Şarkı söyleyebiliriz mesela her karanlıkta. Avaz avaz, deli gibi, tüm saçmalığa rest çekip bu dünyadan defolup gidercesine güzel şarkı söyleyebiliriz.

Bin defa dinlense dahi bıkmamakla birlikte ne zaman çığlığınız içinizde birikse söylenmek üzere.
Hadi boş verin her şeyi, hayalperestler toplanın, biz yine Imagine dinleyelim...


Sevgiler Ponti'den!












Mavi Ponpon Kolye

$
0
0
Merhaba millet!

Pastel tonlar beni her daim cezbediyor. Şöyle bir bebek mavisi, açık lila, pudra pembesi. Renkler insana sebepsiz enerji ve mutluluk verir ya, pastel renklerin duygusu bence kesinlikle huzur ve neşe!
Son bebeğimi çok sevdim ben ^_^
Ya siz? 






Bu boncukları 1 yıl önceki İstanbul gezimde almıştım. Off hatırladıkça bir titreme geliyor hala nasıl bir pazardı orası :D Tekrar gitmeyi dört gözle bekliyorum. Oraları görünce burası hastane kantini gibi hissettiriyor  (-_-)








Bu akşam inanılmaz mutluyum. Kızılayın göbeğinde, Ulustan kopup gelmişçesine çeşidi ve ucuzluğuyla şahane bir bijuteri  buldum. Aslında ben her zamanki gibi eksik bir kaç malzememi almak üzere Erdoğan düğmeye gitmiştim. Fakat orada fiyatların bilindiği üzere aşırı pahalı olması üzerine İzmir caddesinde dolanmaya başladım diğer yerlere sormak için. Necatibey'e doğru inerken solda Moda Düğme var, oraya sorduğumda yönlendirdi beni buraya. Moda düğmenin bulunduğu sokağın biraz yukarısında hemen sağda bekliyordu beni cennetim ♥_♥
Detaylı anlattım ki ararsanız kolay bulun diye.

Doğal taşlar, rengarenk boncuklar, ipler, zincirler. Takı tasarıma dair bir çok şeyi bulabileceğiniz harika bir yer. Adı Tanser Bijuteri. Tabi ki ulusta çok daha fazlası vardır, zaten onu özel yapan da kızılayda olması. Öyle mutluyum ki şu an... Erdoğan düğmeye verdiğim paraya acıyorum açıkçası (-_-)

Aşağıdakileri sadece 9.5 tl ye mal ettim. Boncuk paketleri 50 kuruş! Ve koca bir duvarı kaplayacak kadar bol seçeneğiniz var. Halat ipin metresi ise yine 50 kuruş.



Kendisiyle aşk yaşadığım bir takım var sıradaki takı postumda.
O güne dek, neşveniz (evet neşve) bol olsun :)


Kar istiyorum yahu, kar, kar!





Yarasa Kolye Versiyon 2.0

$
0
0
İlk yaptığım Yarasa Kolye'yi severek kullanıyordum. Onu bir arkadaşıma verince kendime bir tane daha yaptım ama bu sefer o işçiliğini beğenmediğim gözlerini değiştirdim. Bence böyle daha şirin oldu ^_^ (Arkadaşım üzgünüm o////o  )
Önceki yarasamız kızgındı, bu ise şaşkın ♥




Sevgiler Ponti'den!

Huzur Hapı Gibi Bir Film : Kari-gurashi No Arietti / Aşırıcılar (2010)

$
0
0
Merhabalar,
Biraz önce bu huzur dolu filmi izledim. Tadı damağımda ve duyguları tazeyken hemen yazmak istedim.

2010 da yapıldığını öğrenince bu güne kadar izlemediğime çok şaşırdığımKari-gurashi No Arietti!nin tasarım ve senaryosu ünlü manga ve anime sanatçısı Hayao Miyazakiimzası taşıyor. Bu bile çoğumuz için filme şans vermeye yetiyor sanırım. Ayrıca film Mary Norton'un "The Borrowers" adlı romanından uyarlama.

Yaklaşık 10 cm boyundaki minik insanlar yaşamak için diğer insanlardan gıda ve eşya aşırmaktadır.
Fakat insanların onlara zarar vermesinden korkan bu minik insanlar bunu çok dikkatli bir şekilde yapmak zorundadır. Uzun süredir bir evin altında huzur içinde yaşayan 3 kişilik minik clock ailesi, eve misafir olarak gelen kalp hastası Sho'nun, 14 yaşındaki Arrietty'yi  farketmesi ve aralarında oluşan dostluk nedeniyle zor zamanlar geçirecektir.








Filmdeki hayal gücünün objelerin kullanımındaki yansımasına hayran kalmamak elde değil. Filmi izledikten sonra etrafımdaki eşyalara tekrar göz gezdirdim, büyük-küçük algınızla oynanıyor, harika bir şey bu. Onların minik dünyasını gördükçe kendinizi ihtiyaçları bitmek tükenmek bilmeyen birer canavar gibi görüyorsunuz.

Arrietty'nin saçını mandalla tutturması, bir yere tırmanmak için çift taraflı bant ve küpe kancası kullanmaları, 1 damla ile bir fincan çay içmeleri. Hepsi minik minik ama bu filmi bana bu kadar sevdiren detaylar oldu.







Sho'nun hastalığının verdiği yorgunluk ve hüzne bağlı sakinliğini çok sevdim. O kadar hassas ve sevimli ki durumunun kalbinizi kırmaması mümkün değil. Arrietty ile aralarında oluşan dostluğun daha çok anlatılmasını isterdim. Birlikte gülmelerini, eğlenmelerini, sho'nun hep yanında olmasını. Ama film diğer konularda olduğu gibi bu dostluğu da hüzün kanalından anlattığı için bu sahnelere yer verilmemiş.
Her ne kadar birlikte güldüklerini görmek istesem de belki de filmi bu kadar huzur dolu yapan şey de bu hüzündü.


Spoiler vermemeye dikkat ederek kısa kesmem gerekirse animasyon sevenler, özellikle benim gibi duygusallar mutlaka izlemeli derim. Anime sevmeyen eşime bile izletmeyi düşünüyorum.
Bazıları çok ağlamış, ben de o kadar duygusal bir yoğunluk yaşatmadı ama dediğim gibi en yoğun duygum huzur oldu. Filmin geneline hakim olan zerafet ve kırılganlık eminim bu türün meraklısını büyüleyecektir.

İngilizce fragman :



Ben tabi ki japonca izlemeyi tercih ettim, o dile aşık olduğumu söylememe gerek yok sanırım.

Bir de değinmeden geçemeyeceğim şahane müzikleri var. Hep derim ya bir film ya da animenin müziği başarılıysa mutlaka kendisi de başarılıdır diye. Kari-gurashi No Arietti'nin girişinden itibaren konusu ve karakterleriyle bütünleşen müziği uzun süre aklınızdan çıkmayacak. Hatta en güzellerinden biriyle veda edelim :)

 

Şimdiden iyi seyirler.







Kaybolan GFC Kutucuğunu Geri Getirme

$
0
0
Merhaba millet,

Hemen sadede geliyorum . Sanırım hepimiz bu sabah gfc kutucuğunun kaybolmasıyla şok olduk.
Başka bir blogda gayet basit bir çözümünü buldum, şu anda saçını başını yolan bütün bloggerlar için de yayınlayayım dedim.
Yazıyı olduğu gibi kopyalayıp yapıştırıyorum anlatmaya gerek yok zira oldukça basit.

Daha büyük sıkıntılar içindeyim. An itibariyle yorumlama kısmında yanıtla butonu çalışmıyor yani ben hala saç baş yolmaktayım.
Herkese sevgiler!





Kırık Şemsiye adlı blogdan alıntıdır :


Kötü bir sabahla başlayınca can sıkkın yazası gelmiyor bakası gelmiyor insanın bloga.Sabah giden GFC yaklaşık 10 dk oldu geri geldi :)
Peki nasıl geldi :)

 Öncelikle Gülay Cansever arkadaşıma teşekkür ederim yorumuyla bilgilendirdiği için :)
Blog ayarlarımızdan blog ismi düzenle kısmında blog isminde küçük bir değişiklik yapıyoruz.İstediğiniz harfi ekleyebilirsiniz.Ekleme yaptıktan sonra kaydet deyip blog ismini kaydediyoruz.
Aman durun korkmayın kontrol ettikten sonra yani blogu görüntüle deyip izleyicilerinizin geri geldiğini gördükten sonra tekrar ayarlar kısmına geçip orjinal blog adınızı düzenleyip kayıt edin veeee işte tekrar bloga baktığınızda sıkıntı veren GFC yerinde olacak.

Bir rahatladım sormayın.Sabahtan beri çektiğim çile bitti.
Şöyleki alexa kaydınız varsa bir tek o almış başını gidiyor.Normalin 2 katında oluyorsunuz.Yani normal rakamlarınızın 2 katı geride kalıyorsunuz.Şimdilik sorun halloldu da o ne olur bilmiyorum :(





Üçgen Aztek Küpe ve Kolye

$
0
0
Merhaba Millet!

Demiştim değil mi bir fikri sevince kolay vazgeçemem diye? Aztek desenler, formlar, geçişler aklımda dönüp duruyor ve çıkmak istemeyecek kadar çok seviyorum her birini.

Bu seferki takıların ilhamını instagramda rastlayıp her takısının hastası olduğum listiquesjewellery'den aldım. Şuradan inceleyip takibe alabilirsiniz :  http://instagram.com/listiquesjewellery

Şimdi bana demeyin Ponti ne ilhamı iki üçgeni silikonlamışsın abartma diye. Yok efendim abartmıyorum, evet sade bir tasarım olabilir ama  bazen o ilham da gelmiyor, düşünceler kısır kalıyor hem de en bir şeyler üretmek istenilen anda. Aynı zamanda bazen en basit değişiklik bir takıyı nasıl da aşık olabileceğiniz bir hale getirebiliyor, biliyorsunuz. Tıpkı bu takılarımda olduğu gibi.

Yoksa "tasarım"şişirmesiyle benden daha çok dalga geçen bir blogger yoktur sanırım :D

Gelelim konuya :)



Mavi Ponpon Kolyemi  tanıtırken aşk yaşadığımdan bahsettiğim takılarım bunlardı bu arada :)










Kolyeyi küpelerden daha çok sevdiğimi itiraf etmem gerek sanırım. (Evlat ayrımı) 
Küpelerin kullanım aşamasında çok ince bir çizgisi var, eğer yanlış kıyafet ve saçla kombinlerseniz tam bir felakete dönüşüp
- aayyyhhh Saniye hanımların gününe geç kaldım, altınım nerede benim
kıvamına gelebilirsiniz çok fena :D
Bir nevi otantik takılar gibi, kullanılması özen istiyor. Ben aşağıdaki kullanımını çok beğendim mesela. Hatta normalde ikisini ayrı ayrı takacağım halde bu şekilde birlikte bile hoş göründüler gözüme.




İlgilisine not : 3.8 mm lik sanırım en kalın keçeyi kullandım, üzerindeki zaten metal zımba artık her yerde bulabilirsiniz. Arkasını ise mandal küpe aparatı ile tamamladım,

Bu aralar çekilişlerden inanılmaz soğudum. Türlü türlü yalan dolan, sahtekarlık. Çok seviyorum fakat sanırım artık sadece üyelik şartı isteyenlere katılacağım. 
En son 2 ay önce Bulut Ağacı'nın çekilişini kazanmıştım. Kendisi sağlık problemleri nedeniyle ancak gönderebildi bu kullanmaya kıyamadığım demlik ve fincan takımını :


Zayıflama çabasında olan Ponti'ye bitki çayını bunda demlemek nasıl keyif veriyor nasıl ♥
Instagramda yayınlamıştım bu fotoğrafı, burada da yayınlamamı kendisi rica etti.
Tekrar teşekkürler.


Yeni blog tasarımım nasıl? 3 gündür deli gibi bununla uğraşıyorum ama değdi mi? Hem de sonuna kadar! (zafer işareti) Yorumlarınızı merak ediyorum :)
Sanırım ilk defa bu kadar tamam budur diyebileceğim bir temaya doğru gidiyorum. Bazı sorunlar yaşasam da üstesinden gelmeye çalışıyorum.

Bloğu her açtığımda oradaFairy Tail'den Happy'yi görmek, mutluluk, mutluluk  ♥ ^_^


Yarın haftanın son günü, mutlu olun, pozitif kalın.
Sevgiler Ponti'den!

          Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest



Because i'm happy ♫♪♫♪♫♪

3 Idiots : All Is Well!

$
0
0
Merhabalar!
Şa-ha-ne bir Bollywood filmi izledikten hemen sonra soluğu burada aldım okuyucu.
Bir önceki izlediğim film Kari-gurashi No Arietti'de olduğu gibi bunda da şaşırdım 2009 yapımı olmasına. Bazı güzelliklere çok geç kalıyorum, çok!

3 Idiots (3 Ahmak) genel olarak mühendislik okuyan 3 arkadaşın hayatını anlatırken, bir yandan da eğitim sistemini bana göre nadir rastlayabileceğim bir zekayla eleştiriyor.  Bir Bollywood filminden bekleyeceğimiz kadar renkli sahneleriyle hayal kırıklığına uğratmazken, şahane müzikleriyle kendine hayran bırakıyor. Ben bu filme resmen aşık oldum!

Sisteme karşı duran, eleştiren ve farklı bir renk olmaya çalışan tüm filmleri, yazıları ve duruşları her zaman desteklemiş, çok sevmişimdir. Bir şeylerin yanlış olduğunu bilen, bunca baskıdan ve halihazırda dönen çarkı yağlamaya devam edenlerden korkmadan cesurca yanlışları dile getirenlere hayran olmamak elde değil.

3 Idiots eğitim sisteminin kişileri anlamsız yere yarıştırması, yeteneklerine göre göre değil de sadece kağıt üzerindeki puanlara göre sınıflandırılması ve  çoğunluğun istekleri ve sadece ezber üzerine eğitilmesi gibi yıllardır herkes tarafından eleştirilen fakat ne yazık ki hiçbir değişikliğe neden olmayan konuları daha da hayatın içinden anlatıyor.



Mesela istemediği bir bölümde sırf ailesi istedi diye okuyan birinin psikolojisi nasıldır? Kendisini sınırlayan sınavlardan dolayı nasıl bir stres yaşar? Sırf bu yüzden nasıl intiharın eşiğine gelebilir? gibi sorulara çok gerçekçi yanıtlar alıyoruz. Ben filmlerin çok azında duygusal sahnelerin abartılmadığını ve olduğu gibi, olduğu gerçeklikte yansıtıldığını gördüm. İşte 3 idiots'ta o filmlerden biri.

Standartlara ve toplum normlarına kendini kaptırıp hayallerini ve bir yerde özgür benliğini unutmuş insanlar bu filmi mutlaka izlemeli, çok geç kalınmamışsa kurtarılmalı diye düşünüyorum :)



Aslında 3 idiots'ın eleştirisi sadece eğitim sistemine değil ki bana filmi sevdiren en büyük etken de bu oldu. Belki sadece eğitimi eleştirse böylesine aşık olmazdım. Eleştirisi standart olan her şeye, çoğunluğun belirlediği kurallara uyanlara, hayatının amacı daha büyük bir ev, daha iyi arabalar almak olan, hayatını ve kendisini markalarla ve ne kadar çok para harcadığıyla tanımlayan insanlara idi. Ne kadar iyi bir diploman var o kadar saygı görürsün, ne kadar fazla paran var o kadar daha üstün olursun diğerlerinden.

Ne kadar anlamsız tüm bu saçmalıklar? Ama toplum bu görünmez kuralların tersini savunanlara ya çocuk derdi ya hayalperest.

İşte tüm bunlara aldırmadan "kral çıplak" diyebilen Rancho'nun hikayesi oluyor bizi filmde en çok etkileyen. Aamir Khan'ın oynadığı Rancho karakteri bütün bunları savunan biri olarak diğer 2 kafadarla aynı üniversiteye girer. Hedefi sadece çok sevdiği mühendislik hakkında daha çok şey öğrenmektir. Ne diplomalar umurundadır, ne ezberlenmiş kurallar ne de notlar. Bu yüzden işte budur dedirten efsane repliklere imzasını atar :







Film 170 dakika. Neredeyse 3 saat ama bir dakikasında bile sıkıldığımı hatırlamıyorum. Tam filmi anladığınızı zannederken sizi farklı bir atakla şaşırtmayı başarıyor.

Bir de bana göre kendi içinde kendini de eleştiren bir film. Mesela genel mesajı "kuralları boş verin, hayallerinizin peşinden koşun" olduğu halde Raju'nun (3 arkadaştan biri) durumu kötü ailesinden dolayı nasıl elinin kolunun bağlandığını ve o üniversiteyi bitirip iyi bir iş bulmak zorunda olduğunu anlatıyor. Ama onun için de başka bir mesajı var : "korkuların sana her zaman engel olur. "
Ve bunu çok çok güzel işliyor. İşte diyorum ya film sizi şaşırtmaya doymuyor!



3 arkadaştan bahsetmediğim sonuncusu olan Farhan'ın fotoğrafçı olma tutkusu ilgili sahneler ise beni en çok ağlatan sahneler oldu. Konuya olan yakınlığımdan mıdır nedir onun çaresizliğine ve yalvarışlarına çok üzüldüm (spoiler vermemeye dikkat ederek yazıyorum) :)



hahah evet bu replikle birlikte bu adamın sadece bir film karakteri olduğunu daha iyi anlıyoruz :)


Gelelim komediye.
Bu tabi ki filmin en iyi esprisi değil ama fazla spoiler vermeden ve illa ki filmde izlemenizi düşündüğümden sadece bunu koyuyorum. Ama bolca güleceğinizin garantisini verebilirim. Özellikle Rancho bu kadar zeki olduğu için kaliteli mizah kaçınılmaz oluyor.




Filmde sadece 1 sahnede biraz sahte bir oyunculuk hissettim. O da Pia'nın ablasının doğum sahneleri ve yine ablasının o anki yüz ifadeleri idi. Bir de filmin başında üst sınıflardan birilerinin Rancho'nun kapısına işerken direk kaşığa denk gelmesi de biraz abartıydı ama o kadar kusur illa ki olur diyorum.

Filmin başrolündeki Aamir Khan'ın Fanaa filmi uzun süredir izleme listemdeydi, bu filmle birlikte onu biraz üste alacağım sanırım :)
Bir de kendisini izlerken film boyunca düşündüm kime benziyor bu adam kime, kime? Sonunda buldum :

 hahah sizce de benzemiyor mu? :D Filmi izleyenler daha da fazla benzetecekler eminim.


Bu film farklı olanların, artık bir şeyleri değiştirmek gerektiğini savunanların, insanları sınıflandırmayı sevmeyenlerin, kimsenin sıradan olmadığına ve herkesin bir yeteneği olduğuna inananların, çevresindekileri sosyal statüsüne veya parasına göre sınıflandırmayanların, kısaca diğer robotlar gibi olmayanların, bizim gibilerin filmi. Ben kendimden çok şey buldum, bu cümleler ilginizi çektiyse eminim siz de çok şey bulacaksınız. İzleyin, izlettirin efenim.

Artık ne zaman kalbim korksa onu kandırarak söyleyeceğim : "all is well, all is well" :)

Bir müzikal sever olarak size o şahane dansları izletmeyi çok isterdim ama spoiler olabileceği ihtimaliyle şimdilik müziğiyle yetinmenizi isteyeceğim. 
All is Well! Sevgiler.






            Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest


Monapera'nın Açılış Çekilişi : Gümüş Hayat Ağacı Kolye

2014 Grammy Ödülleri Performansları / En Sevdiklerim

$
0
0

Merhaba millet!
Geçen gece 26 Ocakta gerçekleştirilen Grammy Ödülleri performanslarını defalarca izleyerek geçirdim 2 saatimi. Bu tür geceleri en çok bu özel performanslar yüzünden hevesle bekliyorum. Tüm postlarımı yeniden etiketlerken dans ve gösteri dünyasına olan ilgimi bloğa ne kadar az yansıttığımı farkettim. Grammy'de tam da üstüne denk geldi!

Bu yıl da çok başarılı performanslar izledik ama bir de "ustalara saygı" kıvamında olduğu için ayrıca kalbimi çaldı. Bakalım benim ilklerim hangileri?






8 - Beyonce  /  Drunk In Love



Naabdın Beyonce? O_o
Sen ki her yerde savunduğum, diva yakıştırmasını dilimden düşürmediğim, rihannayla kıyaslanınca güldüğüm, sen ki "run the world" ile kalbime adını derinlemesine kazıyan bir idolsün gözümde. Bu nasıl şarkı, nasıl performans... Tamam şov dünyası, seksapalite de gerekli anladık -ki sen zaten öylece dursan da en kadından daha kadınsın- ama bu çiğ tavırlar, sırf gövde şovuna ayrılmış bir performans, bu salak sarışın şarkısı ne ola ki?
İnanılmaz hayal kırıklığına uğradım. Ama sevgim aynı, yapma bir daha lütfen, çok rica ediyorum  ^_^

Yani öyle bir gece düşünün ki en kötü performans Beyonce'a ait (-_-')



7 - Imagine Drangons & Kendrick Lamar  / Radioactive




Aslında bu performansı bu kadar geriye koymamın tek sebebi diğer performanslardır. Yoksa Kendrick Lamar'ın (ki kendisini yeni tanıdım) bu kadar yoğun rap sevmememe rağmen etkileyici performansı pek sevdiğim Radioactive ile birleşince epey başarılı bir düet çıktığını söylemek abartı olmaz. Şov ise şarkı kadar başarılıydı. Sonunda yüzüne o tozu yedikten sonra nasıl şarkı söylediler ben orayı çok merak ediyorum yalnız!





6 - Macklamore&Ryan Lewis,Mary Lambert & Madonna  /  Same Love



İşte belki de gecenin en anlamlı performansı... Diğer performanslar tarafımdan duygusal ve sanatsal açıdan değerlendirildiği için bu kadar gerilemiş olabilir, hatta daha acısı belki grammy'den sadece eğlence bekleyenler için sıkıcı bir performans olabilir fakat eşscinselliğe ve eşcinsel evliliğe dikkat çekmesiyle ilk duyduğumdan beri sesine hayran oldum macklomore ve diğerleri çok mutlu etti beni. Bizde bu konunun gelişmesi bence imkansız ama en azından dünyada bazı tabuların yıkıldığını görmek çok güzel.

Şarkının sonunda sanırım yaklaşık 20 çiftin evlilik töreni yapıldı aynı anda :) İçlerinde hepsi eşcinsel değildi ki bu da ne kadar "aynı" olduğumuza bir göndermeydi bence. Mesajı alabilenlere ne mutlu. Çiftlerin gözlerindeki o parıltıyı görmek beni de ağlattı.
Bir anlayabilsek : same love...





5 - Lorde / Royals



Ben bu hatunu çoğunuz gibi Royals şarkısıyla sadece klibinden biliyor , dinliyordum. Araştırma gereği duymadım ya da vakit bulamadım sanırım. Bilseydim böyle tatlı kaçık tavırlarını keşfetmek için Grammy'yi bekler miydim hiç :)

Ödül alırken ki konuşması (hani bütün normal ve sıradan beyinsizler tarafından dalga geçilen) o kadar tatlı ve samimiydi ki her zaman içten içe düşündüğüm gibi dedim işte sanatçı böyle biraz çatlak olmalı. Çünkü sanat hiçbir zaman mutluluktan gelmez!

Ben her zaman biraz farklı şeyler söyleyebilen, doğallığından ve kendinden korkmayan, diğerleriyle at yarıştırmayıp kendi yolunu çizen sanatçılara hayranım. Diğerleri onların yanında bizi eğlendirmek için varolan ufak oyuncaklar gibi kalıyorlar. O yüzden ben Lorde' un karakterine de, canlı sesine de, haline, tavrına da ba-yıl-dım! Fazlaca tanımadığım bu güzellik umarım hep böyle garip kalır ♥
Bu arada kendisi 17 yaşındaymış, şaşırdınız değil mi? :)


Dalga geçenler de gitsin Miley Cyrus dinlesin ( x_x )
bkz : lorde'u rahat bırakın deyip ağlayan kız




4 - Katy Perry & Juicy J /  Dark Horse


Eveeet geldik şurada gördüğünüz bütün performanslar içinde en çok izlediğim, her bir saniyesini ezberleyecek noktaya geldiğim şarkıya. Katy Perry'yi çok severim, mavi saçlı halini daha çok! Mükemmel bir şarkı, enfes ve dinleyeni içine çeken bir ritm. Bir de katy'nin yumuşak sesiyle bir araya gelince karşı koymak mümkün değil! Bu performanstan sonra dansçılarını tek tek araştırdım, hatta bir kaç izlemeden sonra katy'yi görmedi gözüm sadece onları izledim. Gerçekten çok başarılılar, hatta o kadar başarılı ve estetikler ki ki katy gibi zarif bir hatun bile o arkadaki cadı süpürgesi gibi sırıtıyor aralarında.
Özellikle sarışın erkek dansçıyı yakın markaja almanızı öneririm, ruh budur! öhöm, neyse.

İşte bu performansın eleştirdiğim tek yanı Katy Perry'nin amatör danslarının o mükemmel dansçıların yanında bu kadar sırıtması oldu zaten. Belki normalde gayet başarılı olacakken fazla cesaret gösterisi olmuş bence. Gereksiz.  Bari boru dansı olayına girmeseymiş. Ben tam ritme kendimi kaptırmışken o açılamayan bacağı görüp platese yeni başladığım zamanları hatırlamak zorunda mıyım? (-_-')

Not : Illuminati'nin i'sini diyenin ağzına kürekle vurasım var, bir durun artık tamam ya, öff.
Ataride vurmak için ördek bekleyen çocuklara döndünüz iyice böyle gözleriniz dört açık!





3- Metallica & Lang Lang  / One



İşte hüzünlendiren bir performans daha...
2:05'te James girdi ya sözlere ben dağıldım, resmen dağıldım. O yüz aynı adama mı aitti?
O lisede gözümü ayıramadığım kliplerdeki adamla aynı kişi miydi bu şimdi? İnanamadım.
Bu performansı 3. sıraya koymam tamamen duygusaldır. Belki kötü söylemişlerdir, eski tadı vermiyorlardır bilemem ama bana defalarca izlettirip duygulandırabildiler.

Ama piyanonun bu sert müziğe hiç yakışmadığını düşünüyorum. Hani bazen 2 yerde birden farklı şarkılar çalar ya aynı anda, onun gibi hissettim başka bir melodiydi sanki piyanodan çıkan.
Ki piyanonun özelliği de bence budur. Özgür ruhlu bir enstrümandır, en çok tek başına dinlendiğinde keyif verir.

Sizi yaşlanmış görmek beni çok üzse de benim için her daim asi,genç ve ölümsüz kalacaksınız...




 2 - Pink & Nate Ruess  /  Try- Just Give Me A Reason




Evet, Pink'e aşığım. İtiraf ediyorum. O büyülü sesine, asil duruşuna rağmen koruduğu marjinal tavrına, kısacık saçlarına, işine çok ciddiye alarak yapışına ve hiç seksapalite odaklı olmayışına, özgür ruhuna, gördüğüm en tatlı anne olmasına.
Durdurmazsanız sayarım daha postun sonuna kadar :) Apayrı seviyorum onu. Zaten sırf bu yüzden o sıkça yaptığı ve artık sıkılmam gerekirken asla sıkılmadığım akrobasi hareketleriyle süslü müthiş estetik gösterilerine rağmen yine de benim gönlümde 2 numarada.

Bir de yanında Nate Ruess var ki en az Pink kadar kendine özgüdür. Onu ve grubu Fun'ı da çok severim. Hiç zorlanmadan, abartmadan her zamanki gibi nefis şekilde söylediler şarkılarını.
Defalarca daha izleyebilirim. Bana lirik dansı izletebilecek tek kadınsın pink!

Bir de unutmadan Bruno Mars'a binlerce kalp ♥




1 - Daft Punk, Pharrel Williams & Stevie Wonder
 /  Get Lucky



Yaa değil mi? :)

Şu başlığı okuduktan sonra bile performansı izlemenize gerek yok şöyle bir hayal kurup keyiften çıldırma noktasına gelebilecekken bir de bunu bize harika bir gösteriyle sunmuşlar. Delirdim keyiften, erim erim eridim. Yılların eskimeyen efsanesi Stevie Wonder oradaydı yahu. Hem de hayatıma apansızın girip şirinliğiyle büyüleyen Pharrel Williams ile birlikte!
Pharrel Williams'ta hangi gezegenden düştüyse dünyamıza, her mimiği, her duruşu bu kadar sempatik bir sanatçı uzun zamandır tanımamıştım ^_^

Get Lucky zaten yılın şarkısı! Hiç eskimeyecek şarkılar yapmak zor artık, get lucky'de işte onlardan biri bence.

Stevie Wonder'ın ilk etapta şarkıya girememesi ya da teknik arızadan kaynaklı olay canımı nasıl sıktı. O "part time lover"ı dinlerken kendimizden geçtiğimiz kıpır kıpır sesin sahibinin aynı adam olduğuna inanamıyor insan işte. Aynı metallica gibi. Yaşlanıyoruz, bitiyor devrimiz, ne mutlu ki daha mutlu zamanlarda geçirdik en güzel zamanları. Efsaneleri dinledikçe bunu daha iyi anlıyorum. Kalite kokuyor sesinin tınısı.

İkinci bölümde çıkardı acısını ama (chills , chills, chills) , mutluluktan ağlamak denilen şey var ve Ponti böyle ufacık şeyde bile yaşıyor. Ahh hiç büyümeyeceğim ben :)


Şimdi söyleyin bakalım listem sizin en'ler listenizle uyuştu mu? :)
Ve son olarak bir bonusum var size. Şimdi bu performansları tek tek izleyip kendinizden geçtiyseniz o zaman bunu izlemenizin tam zamanı. Buyurun tam bir onlarda/bizde vakası.




Onlarda sahne şovu/ bizde sahne şovu (-_-')



Tek kelimeyle rezillik :)
Bu cümleyi çok sevdim ben : "vatandaşı olmasak eğlenceli ülke aslında"

Sevgiler Ponti'den!






Aşkın Zerafet Hali : Breakfast At Tiffany's (1961)

$
0
0
Merhaba!
Aslında başlığa aşk mı para mı? yazacaktım ama hadi böyle kült bir filmi bu klişeye bulaştırmayayım dedim. Gerçi şu kült olayına da gıcığım bu aralar neye göre kime göre kült, neyse o daha sonra yazılacaklar arasında. Şimdi biz bu şeker gibi filme dönelim.

Breakfast At Tiffany's her zamanki gibi uzun süredir seyredilecekler listemde olan bir filmdi.
Audrey Hepburn (Holly) ve George Peppard'ın (Paul) başrollerini paylaştığı 60'lı yıllarda çekilen film en başta ben gibi eskiye hayranlık duyan birini kıyafetleriyle, zerafetiyle, şehir ve evlerinin mimarisiyle kendine hayran bırakıyor.

Bunları bir kenara koyarsak film genel olarak belki de aşkı tanımaya hiç fırsatı olmamış uçuk bir kadının yaşadığı ikilemleri ve aşkla imtihanını anlatıyor. Filmde en sade şekilde işlenen bu konu Audrey'in zerafetiyle birleşince Breakfast At Tiffany's i aklımıza kazımaya yetiyor.








60'lı yıllar... Kadının zerafeti, erkeğin aşık olunası abartısız centilmenliği, rengarenk kıyafetler, huzur veren rahat evler, o eşsiz müzikleri ve belki günümüze kadar bir daha görülmemiş olan bir moda anlayışı. Hatta modadan bahsedeceksek bence kadının en güzel giyindiği dönem!
Ahh  Audrey Hepburnnasıl güzel,nasıl zarif bir hatundur. Nasıl büyüler bakan her gözü.
Zaten güzellik denilince eskilerden akla gelen ilk iki isimden biridir. Diğeri de Marilyn Monroe tabi ki.

Film başlar başlamaz aşağıdaki diyaloğuyla şaşırttı beni. Demek ki sadece ben değilmişim o günlere en çok kırmızıyı yakıştıran dedim. Hele ki Paul "mavi demek istedin herhalde" deyince Holly'den önce ben cevap verdim " Hayır Paul, o günler kesinlikle kırmızı!"



Holly (Audrey Hepburn) hayatı boyunca bir şeyleri arayan fakat ne olduğunu belki kendi de bilmeyen, normal bir kadından "biraz daha" aklı karışık bir kadındır. Spoiler vermemek adına söylemediğim, küçük yaşta yaşadığı olaylardan sonra New York'a gelir. Sebepsiz yere. Zaten o hayatındaki her şeyi sebepsiz yere yapmıştır. Bir yere gitmek istiyorsa gider, yapmak istiyorsa o anda yapar. Hiçbir sorumluluk onun bu özgür ruhunu dizginleyemez. Hatta dizginlenmek korkusuyla kimseye bağlanmaz. Evi vardır fakat eşyası yoktur. Kedisine dahi isim vermez. "birbirimize ait değiliz, sadece tesadüfen karşılaştık. ona isim koymaya hakkım yok" der.
Hayatını sürdürebilmek adına zengin bir adam bulup evlenmek dışında bir amacı veya hayattan beklentisi de yoktur.




Bize Holly'nin zor geçtiğini anladığımız çocukluğunu bir kaç cümle dışında neredeyse hiç anlatmıyorlar. Ama biz Audrey'in oyunculuğu sayesinde kendini hala nasıl o zamanlardaki gibi değersiz gördüğünü sezinleyebiliyoruz. Belki de o günlerde kaybettiği inancını bulmaya cesareti olmadığı için böyle davranıyor. En hassas zamanında paranın düzeltebileceği şeyler yüzünden acı çekmiş birinden bekleneceği gibi.




Zaten en çok acı çeken insanlar en umursamaz, en neşelilerimiz değil midir?
Klişeden de klişe olan " en çok gülenler, aslında en çok acı çekenlerdir" sözünü tecrübe ettiğim son yıllarda bu filmdeki Holly'nin neden bu kadar umursamaz ve neşeli olduğunu da çok iyi anlamak filmi daha fazla sevmeme neden oldu. Ama bir yandan da hüznünü belli etmeyen, gerçekten hayatı seviyormuş gibi yansıttığı o halleri nasıl güzeldi ♥



Bu görseli görünce The Artist filmi geldi aklıma :)

Lakin Holly bu tek bir amaçla yürüdüğü bu yolda beklemediği bir sürprizle karşılaşacaktır. Tabi ki aşk!
Bu güne kadar küçümsediği bu duygu kendisine çok benzeyen Paul ile karşısına çıkacak ve görmezden gelmesine izin vermeyecek kadar kalbinde büyüyecektir.

Breakfast at Tiffany's öyle sulu sulu bir aşk filmi değil. Kesinlikle romantizmden ölmeyi filan beklemeyin. Aksine bir insan ne kadar mantıklı düşünürse düşünsün aşkın nasıl da her şeyi değiştireceğini hiç abartmadan anlatıyor bize. Holly bu güne kadar ezberlediği tüm gerçeklerin aşkın karşısında ne kadar aciz kaldığını görüyor. Karşı koyuyor, kendiyle savaşıyor ama o da yeniliyor herkes gibi...




Ve bir kedimiz var. Holly'nin isim vermediği kedisi. Her kedi gibi aşırı şeker. Filmde türlü türlü kedi hallerine maruz kalıyoruz ki benim gibi kedi sevdalılarına ekranı sevdiriyor gene.
Ve belki de final sahnesinde epey önemli bir görevi göğüsleyerek Holly'nin aşka yenilişinin simgesi oluyor. Anlatmayayım daha fazla :)









Sonuç itibariyle Breakfast At Tiffany's su gibi akan, sıcacık, sadeliğiyle büyüleyen, Audrey'e aşık olma sebebi bir film. Bence Holly'yi oynayan başka biri olsaydı film bu kadar yükselmezdi. Çünkü filmin en çekici unsuruydu o uçuk, sevimli, gizemli kadın tiplemesi. Ve bunu Audrey'den daha iyi oynayacak birini hayal dahi edemiyorum.
Tam bir kış filmi. Özellikle yağmurla bir günde izleyiniz efendim :)

Son olarak bu rezillik nedir cidden benim aklım almıyor artık. Kim yapıyor bu çevirileri? Ben bile ortaokul seviye ingilizcemle yapardım böyle basit bir cümlenin çevirisini. Şaşırmıyorum ama çok sinirleniyorum :/



Filmin en sevilen soundtrack'i ile huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Sevgiler Ponti'den.



Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest

90'lar Kutusu / Lighthouse Family - Loving Every Minute

$
0
0
Merhabaaa!
Orada bir yerlerde benim gibi hala 90'lar şarkılarına heyecanlanan birileri kaldı mııı?

Eğer kaldıysa umarım bu şarkıyı size hatırlatan ben olurum, inanın bunun ihtimali bile sevindirdi şu an beni :)
Radyoda çıksın diye dört gözle beklediğim şarkıları nasıl unuturum aklım almıyor bu akıp giden zamanı. Bu şarkı her çıktığında (çok iyi hatırlıyorum) koşa koşa evimizin çatısız tavanına çıkardım hemen. Neden? Tabi ki tek başıma dansedebilmek için!
Zaten en sevdiğim şarkılarda hep oraya çıkardım, orası kutsal mekanımdı benim.
Ufaktım, ne sözlerinden anlıyordum, ne tarzından ama bir şey büyülüyordu işte beni. Hele ki yaz ise 2 ye katlanıyordu keyfim. Sanırım ben çocukken de gariptim :)
Hadi dinleyelim :)









Bu arada beni hayallere sürükleyen bir çekilişe katıldım. Aslında son zamanlarda çekilişlerden epey soğumuştum ama hediye böyle özel olunca katılmak istedim.

Özcan şemsiye sevgililer günü için mevsime de uygun harika bir hediye düşünmüş ve kişiye özel bir şemsiye hediye etmek istemiş. İstediğiniz renk şemsiyenin üzerine istediğiniz metni yazarak kazanan 1 kişiye hediye edecek. Ben direk "there is a light that never goes out" veya " im singing in the rain" yazdırırım diye hayal ettim siyah şemsiyenin üzerine (ne? ne sevgililer günü? :D )

Evet kabul etmek gerekir ki sevgililer günü için çok uygun ama ben kazanırsam kesin bu ikisinden birini yazdırırım üzgünüm :D Siz tabi ki aşağıdaki gibi sevimli bir şeyler de yazdırabilirsiniz :)



Umarım bana çıkar. Katılmak için adres : http://www.ozcansemsiye.com/haber/7/ozcan-semsiye-sevgililer-gunu-cekilisi

Sevgiler Ponti'den!


Biten Animeler #3

$
0
0
Merhaba izleyici!
6 anime bitirince en büyük heyecanım koşup buraya yazmak oluyor. Hele ki gerçekten bende iz bırakan animeler ise. Ve bu sefer 6'sından 5'i  "bingo!" diyeceğim türdendi.

Bu aralar benim gibi anime tutkunu blogları araştırıyorum. Onların anime yorumlarını okurken bir şey farkettim. Neredeyse hepsi çok çok uzun yorumluyor animeleri. Benim 6 anime hakkında yazdığımı 1 anime için yazıyorlar ve hepsini okumak bana fenalık getiriyor açıkçası. Animeyi merak ediyorum ve kısa bir tanıtım, beğeni veya beğenisizlik görmek istiyorum karar vermek için.
Ya da izlediğim bir anime ise sade bir dille kendine özel bakış açısını görmek istiyorum ama yok. Şu şöyle oldu da bu böyle oldu yok şu niye böyleydi satır satır of deyip vazgeçiyorum. Hele de nefes almadan, boşluk vermeden yazıldıysa.

Bazı animeleri o kadar severiz ki sayfalarca yazacak kadar duygu birikir içimizde, bunu anlarım. Fakat bir animeyi satırlarca kötülemenin de mantığını anlamıyorum. Daha doğrusu elbet mantığı vardır o anda içindekileri bloğuna aktarmak istemişsindir ama bunu başkalarının okumak isteyip istemeyeceği noktasında şüpheliyim :/

Bu noktada benim merakım size nasıl geldiği. Siz uzun uzadıya anime yorumu okumaktan zevk alıyor musunuz? İnanın çok merak ediyorum. Yoksa bir ben miyim bu  kadar abartan?

Neyse ben de uzattım, hadi başlayalım :)





1 - Aishiteruze Baby






Kippei, okulunda çok çapkın, sürekli kızların ilgi odağı fakat hiçbirini çok da umursayan bir ergendir. Aptal ama sevimli hareketlerini Kaichou Ma Waid Sama' da ki Usui'ye benzettim ben :)

Bir gün Kippei eve geldiğinde aile meclisinin toplanmış olduğunu görür ve teyzesinin 5 yaşındaki Yuzuyu'yu bırakıp kaçtığını öğrenir. Aile meclisi ise Yuzuyu'ya ne olacağı konusunu tartışmak için bir araya gelmiştir. Kippei'in ablası biraz sorumluluk kazanması amacıyla Yuzuyu'nun sorumluluğunun Kippei'ye verilmesini önerir, aile de kabul eder.

Kippei ne kadar itiraz etse boşadır. O artık sabahları Yuzuyuyu anaokuluna bırakıp almak, ona yemek hazırlamak, ihtiyaçlarıyla ilgilenmek zorunda olan bir gençtir. Başlarda zor gelse de zamanla alışır. Yuzuyuyu çok sever. Hatta onun için ilk defa derin duygular beslemeye başladığı Kokoro'dan bile zaman zaman uzak kalmayı göze alır.

Ah o kokoro. Esas kız için öyle tatlı bir karakter bulmuşlar ki. Aslında Kokoro Kippei'ye uzun süredir aşıktır fakat onun bu çapkın tavırları ve her kızı aynı görmesinden dolayı ondan hep kaçmıştır. Fakat Yuzuyunun Kippe'inin sorumluluğuna girmesi Kokoroyu etkileyecek ve duygularının ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Romantizm sevenlere hiç düşünmeden tavsiye ederim. Komedisi de küçümsenecek seviyede değil. Özellikle Yuzuyu çocuk yapma hevesi verebilir, uyarayım :) Bir Kippei oniii-chan deyişi var ki yerinde olsam da bir sarılsam diyorsunuz ^_^
Çizimlerinin eski görünmesi sizi yanıltmasın konu ve işleniş sağlam olunca farkedilmiyor bile.

Puan : 7/10


2 - Kuroshitsuji I -  Kuroshitsuji II



Şimdi efenim öncelikle :



Sebastian! Nesin sen nesin? Tamam  iblissin anladık, bir bakışınla aynı anda 100 fan girl'ü yere serersin anladık, belki de anime dünyasının en estetik adam öldüren uşağısın onu da anladık ama bir karakterin karizmatik olmadığı hiçbir an olmaz mı arkadaş? Evet olmaz! 
Bir de kedi zaafı var üstüne oyyy O////O

İşte karşınızda kusursuz baş karakter, her daim fangirl çığlığı garantili Sebastian Michaelis! 





Aslında bu anime (belki de anime dünyasına girdim gireli) her yerden karşıma çıkan Sebastian sayesinde hep aklımdaydı. Fakat o bu derken ancak izleyebildim.

Konusu genel olarak şu : İngilterenin asil ailelerinden biri olan Phantomhive' lar bir yangın sırasında 12 yaşındaki oğulları Ciel ile birlikte hayatlarını kaybederler. Fakat bu olaydan 2 yıl sonra Ciel sadece uşaklık değil bir çok konuda üstün yetenekleri sahip uşağı Sebastian ile geri döner. Hem ailesinin mal varlığını korumaya çalışır, hem de kraliçe Victoria'nın verdiği gizemli davaları çözer.

Aslında Sebastian Ciel'in geri dönebilmek için ruhu karşılığında anlaşma yaptığı bir şeytandır.





Ben itiraf etmeliyim ki 1. sezonda sıkıldığım çok yer olmasına rağmen Sebastian uğruna izledim. Evet bu eşşek sıpası yüzünden Ciel gibi ukala bir velede, sırları bitmeyen, uzadıkça uzayan davalara, rüyama girecek kadar derin psikolojik mesajlar veren fazla ağır bir senaryoya katlandım.

Sonra 2. sezona geldim, Alois Trancy denilen ve Ciel'i mumla aratan bir hasta velet girdi animeye. Zaten eğreti duran psikolojim Alois'in trajik geçmişi sayesinde yerle bir oldu. Alois de aynı Ciel gibi bir şeytan-uşakla anlaşma yapmıştı ve 2. sezon onların çekişmelerini anlatıyordu.

Fakat 2. sezonun başından itibaren Kuroshitsuji'yi ne kadar çok sevdiğimi şaşırarak farkettim. Sadece Sebastian için izlediğimi zannederken bir baktım :

Dünyanın ennn sevimli gay'i, ölüm meleği Grell'i


Kuroshitsuji'nin en cosplay'i yapılası, ücretini kendisini güldürerek ödeyebileceğiniz konuşmasına tapılası cenazeci Undertaker'ı



Sırf gülüşü ve sesi bile izleme sebebi olan şeker kutusu Finny'yi :





çok ama çok sevmiş, sahnelerini tekrar tekrar izler olmuşum. İşte Kuroshitsuji böyle garip şekilde sevdiriyor kendini sıkıldığınızı dahi düşünürken. Gizemli havası kendine çekse de özellikle Alois'in sahneleri fazla dramıyla ciddi manada bunalttı beni. Tabi ki sevenine büyük keyif verecektir Kuroshitsuji'nin karanlık tarafı.
Bir de müzikleri konusunda kesinlikle çok başarılıydı.






Puanım 

Kuroshitsuji I  :  7/10
Kuroshitsuji II : 6/10

Bu arada Kuroshitsuji ingilizce adı olan Black Butler ile daha çok tanınıyor. O da dip not olsun.


3 -Sword Art Online


Sanırım bu postun en sağlam animesine geldi sıra. Hiçbir animede yaşamadığım şokları yaşatan, deli gibi ağlatan, klişeden uzak, tam izleyici odaklı bir anime Sword Art Online. 

Konusu (Turk Anime) :

2022 yılında piyasaya sürülen Sword Art Online MMORPG oyunu, başa takılan bir alet aracılığıyla oyuncuları kendi dünyasına götürerek gerçek bir Role-Playing oyunu sunmaktadır.

Oyuna katılan 10.000 oyuncu arasında olan Kirito da SAO dünyasına giriş yapmıştır. Fakat kısa sürede bütün oyuncular oyundan çıkış olmadığını fark ederler ve herkes bir anda geniş bir alana ışınlanır.

Oyunun yapımcısının burada yaptığı açıklamaya göre oyundan çıkmanın tek yolu 100 katlı SAO dünyasını temizlemektir. Her katta bir boss bulunmaktadır ve 100. kattaki boss'u öldürebilen oyundan çıkabilecektir. 

Fakat oyunda sağlığı biten kişi gerçek hayatta da ölecek, ayrıca dışarıdan biri oyuncuların başındaki aleti çıkarmak isterse alet oyuncuları öldürecektir.

Bütün oyuncular şaşkınlık içerisindeyken oyunlar konusunda tecrübeli olan Kirito oyunu kazanmayı kafasına koymuştur. 



Konusu bile heyecanlandırmaya yetti değil mi? Ben ilk bölümü izlemeye başladım, ana karakterimiz Kiritonun sesini duyar duymaz fangirl'lüğüme yakışır şekilde zıpladım olduğum yerde. Çünkü bu ses ennnn sevdiğim erkek seslerinden birinin sahibi olan Yoshitsugu Matsuoka'nın sesiydi. Onu ilk kezSakurasou No Pet Na Kanojo 'da Sorata olarak duymuş ve hayran kalmıştım. Dingin, yumuşak, sıcacık bir ses. Sorataya çok uymuştu, Kirito'nun karakterine de aynı şekilde çok yakışmış. Neyse, biz animeye dönelim.

SAO'nun beni en etkileyen yönü gerçekçiliği oldu. Oyuncuların çoğu zaman içinde (1 yıl kadar sonra) gerçek bedenlerini, gerçek dünyada bırakıp, oyundan çıkmaktan umudunu kesip, o sanal dünyada kendilerine bir hayat kuruyor. Kimi evleniyor, kimi bir meslek buluyor, dükkan açıyor. 
Bu senaryo gerçek olsaydı eminim bunlar yaşanırdı. İnsan umutsuzluğa düşmeye ve vazgeçmeye o kadar meyilli ki gerçek hayatla aralarında duran, hayatı pahasına savaşacakları canavarları göze alamaz ve orada kalmayı tercih ederlerdi, yani vazgeçerlerdi...

Kirito ise bu tür oyunlarda edindiği tecrübesine de güvenerek 100 bölümü de bitirmeyi aklına koyuyor. 100 bölümü bitirmek ekip halinde çok daha güvenli şekilde başarılacak bir işken Kirito'nun bu yolda yaşadığı zorluklar, özellikle takım kurduğu arkadaşlarından bazılarını kaybetmesi onu yalnız savaşmaya yöneltiyor.

Tam da bu anda karşısına daha önceden tanıştığı fakat bir daha görmediği Asuna çıkıyor. Asunayla yaşadıkları aşk Kiritonun gerçek hayatını da etkiliyor, tahmin bile edemedikleri maceralar yaşıyorlar.




Eğer bir adım daha gidersem spoiler vermekten korktuğum için kesiyorum çünkü bu o kadar, o kadar, o kadar nefis bir anime ki en ufak detayı dahi kendiniz izleyip şoka girin, benim gibi o anı yaşayın istiyorum :)
Ha bir de benim gibi az biraz da olsa online oyun tecrübeniz varsa (evet ona da bulaşmıştım bir ara) daha bir anlamlanıyor anime sizin için. Terimleri anlıyorsunuz en başta.

Sanırım biraz daha iddialı konuşarak Death Note ve FMA'dan sonra bu kadar iyi bir anime izlememiştim diyebilirim. Ha tabi ki hepsinin kulvarlarının apayrı olduğunu ve karşılaştırılamayacakları su götürmez bir gerçek.
Kaçırmayın, hatta vakit kaybetmeyin, hemen başlayın derim.

Puanım : 10/10!



4 - Kotoura - San



hahahah şu tiplere bakın :D ^_^

Kotoura- San bir animede görmek isteyeceğiniz her türlü komedi unsuruna, hatta fazlasına sahip bir anime. Küçük yaştan beri insanların zihinlerini okuyan Haruka'nın hikayesini anlatıyor.

Haruka doğuştan zihin okuma yeteneğine sahiptir. Ve kendisini bildi bileli nerede neyi saklayacağını öğrenemediği için insanların zihninden okuduklarını pat diye söyler. Bu yüzden hiç arkadaşı olmaz, hatta ailesi bile ondan nefret eder. (çünkü ebeveynleri birbirlerini aldatmaktadır ve Haruka bir gün zihinlerinden okuyup pat diye söyler) Annesi ve babası terkeder, Harukayı dedesine bırakırlar.

Haruka büyür, liseye başlar ki hikayemizin başlangıcı da bu zaman denk gelir doğal olarak :)
Haruka lisede de her şeyin aynı olacağını düşünerek, hiçbir beklentisi olmadan girer sınıfına fakat bilmediği bir şey vardır ki en az kendisi kadar garip,uçuk bir karakter olan Manabe Yoshihisa ile tanışacaktır.
Manabe aslında rahatsız edici bir sapık değildir fakat aklından bir an bile çıkmayan cinsel fantezilere de engel olamaz. Aklından ne kötü düşünceler, ne de sıradan insanların ki gibi yalanlar geçmektedir. Düşlediği tek şey fantezileridir. Haruka da bu fantezilerin hepsini görebildiği için zaten bu kısım gülmek için yeter de artar :D

Haruka Manabe ve onun kadar temiz yürekli diğer bir kaç arkadaşı ile birlikte ilk kez hem aşkı, hem de arkadaşlığı tadacaktır.






Baş erkek karakterimiz Manabenin farklı çizimi de animenin dikkat çeken unsurları arasındaydı.

Kotoura - San'da rahatsız olduğum tek şey Haruka'nın dedesinin sapıklıklarıydı. Bu japonların ensestle derdi nedir son postumda anlamadığımı söylemiştim, hala anlamıyorum yahu.
Manabeninki sevimliydi çünkü hem yaşıtıydı, hem de eyleme dökmüyordu, komikti. Ama dedesiyle bir araya gelip Haruka hakkında fantezi kurmaları ciddi manada rahatsız etti.

Sırf bu yüzden az puan veriyorum ama bu Kotoura-san'ın komedi türünde izlemek isteyeceğiniz bir anime olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sadece bir komedi animesi olmasına rağmen Haruka'nın duygusal geçmişini nasıl başarılı işlendiğini görmek için bile izlenir. Özellikle ilk bölümüne bayılacaksınız :)

Son olarak her seferinde takılı kaldığım opening'ini koymak istiyorum.
En sevdiğim anime açılışlarından bir post yapmayı planlıyorum ve onların arasında Kotoura - San kesinlikle olacak :)

Puanım : 6/10




demo demo demo ^.^




5 - Chuunibyou demo Koi ga Shitai!



Ve Ponti'nin onur ödülünü verdiği animeye geldik :D
Efendim her kim ki animeleri gerçek hayattan fazla seviyor, karakterlerin cosplayini yapmak için çıldırıyor, normal yolda yürürken bile paralel verende olduğunu, otobüsünün birden havalanacağını, dünyanın düşman istilasını uğrayacağını filan hayal ediyorsa bu animeyi izlesin!

İzlesin, görsün ve anlasın ki (bu seviyede olmasak da ) bizi o dünyadan çıkarırsanız çok fena mutsuz oluruz ^_^






Chuunibyou Demo Koi Ga Shitai (tam da bu anda sadece yazdığıma, birebir konuşmadığımıza şükrediyorum)  işte böyle hayal aleminde yaşayan ve bundan zerre kadar utanmayan, rahatsız olmayan Rikka ile aynı şeyleri ortaokulda yaşamış fakat o günlerde yaşadıklarını sadece bir sendrom olarak değerlendirip konuşmak dahi istemeyen Yuuta'nın arasında geçenleri anlatıyor.

Yuuta Rikka'yı bu tutumundan vazgeçirmeye çalıştıkça aslında kendisinin de hala aynı kişi olduğunun farkına varacaktır. İnanın neden bu kadar sevdin derseniz açıklayamam.Sanırım en mantıklı açıklamam "bizim hayal gücümüzü çok iyi yansıttığını düşündüğüm için" olur.
Herkes sever de diyemem.



Eski Yuuta ortaokulun ilk gününü hatırlarken :D


Chuunibyou Demo Koi Ga Shitai' yi sevdiren (çizimlerini saymazsak) en sağlam iki unsur komedisi ve romantizmi. Komedisi yan karakterlerin de sağlam olmasından geliyor biraz da. Ben Rikka'dan çok bu şaşkına güldüm mesela :D
Rikkanın en yakın arkadaşı, onun gibi çatlak, hayal dünyasında yaşayan Sanae Dekomori.



Romantizmi ise çok masum, çok sade. Çizimler çok iyi olduğu için zaten zevkle izlerken bir de o utangaç halleri sevimlilik komasına sokmaya yetiyor ^.^


Bence her yönden başarılı, özellikle başta da belirttiğim gibi bu dünyayı haddinden fazla sevenlerin izlemesi gereken bir anime.

Puanım : 7/10 (Komedi kulvarında diğerlerine haksızlık yapmamak için bu puan) 
Ayrıca 2. sezonu şu an yayınlanmaya devam ediyor (yehuuu)


6- A channel






Evet sona bıraktığım A-Channel bu posttaki en şişirme anime. Bahsetmiş olmak için bahsetmek istedim sadece. Övülecek pek bir yanı yok, hatta ben de atlaya atlaya bitirdim.
Türlerinin arasında Yuri (kız x kız türü ilişki) geçiyor fakat alakası bile yok. Yuriliği sadece çocukça bir bağlılık ve hayranlık ile sınırlı kalıyor.

Sadece meraklısıysanız karakter çizimleri ve kızların şirin halleri için izlenebilir. Konuya ise gerek yok lisedeki 4 arkadaşın slice of life tarzı öykülerini anlatıyor.

Puanı : 5/10


Aa bitmiş :)
Bu postu yazmayı bitirene kadar serinin 4. postuna 2 anime atıldı bile! Bu seri çok beğendiğim animelerden oluştuğu için yazıyı hazırlamak da biraz uzun sürdü. Yeni animelerle görüşmek üzere!

Serinin diğer postları :

Biten Animeler #1  /   Biten Animeler #2


Seçmekte zorlandım ama tamamdır, bu başarılı sebastian amv'si ile veda etmek istiyorum.
Sevgiler Ponti'den!





Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest



Kitap Takası Yapalım mı?

$
0
0
Merhabalar herkese!

Uzun zamandır düşündüğüm bir etkinliği gerçeğe dönüştürme zamanı!
Bir çok kitap bloggerının yaptığı gibi ben de kitaplarımı takas yoluyla yenilemek istiyorum. Kitapların kimi okuduğum, kimi ise tarzım olmadığı için okumadığım, öylece kitaplığımda bekleyen kitaplar. 
Umarım hepsinin bir beğeneni çıkar ve en ekonomik kitap edinme yöntemi olan takası başarıyla tamamlarım :)

Not : Ayrıldı yazdıklarım kitaplara talip olan fakat henüz anlaşmadıklarımız için yazıldı. Eğer anlaşamazsak ayrıldı yazısı tekrar kalkabilir, kitaplar takasa açılabilir. Bilginiz olsun.

Detaylar devamında.





Aslında takas yöntemi için endişelerim vardı. "Acaba sayfaları eksik kitap gelir mi" bunlardan biriydi mesela. Ama bir kaç blogger takasını görünce cesaretim arttı. Düzgün şekilde yapılır ve karşılıklı güven olursa neden olmasın dedim. Açıkçası ptt kargonun kitap gönderimindeki indirimini duymam da etkili oldu. Beyaz kitaplık bu konu hakkında güzel bir post hazırlamış, şuradan okuyabilir, öğrenmeniz gereken detayları inceleyebilirsiniz : 



Aşağıda kitapların özelliklerini, ne durumda olduklarını, konularını ve türlerini gerektiğinde detaylı fotoğraflarıyla birlikte yazacağım. Şeffaf bir takas olması açısından bu gerekli olur diye düşündüm. Takas yapacak arkadaşlar da aynı özeni gösterirse çok sevinirim :)

Başlayalım : 

1 - Burçak Çerezcioğlu / Mavi Saçlı Kız

Durumu : Uzun yıllardır kitaplığımda. Bir kaç defa okundu. Durumu detaylarıyla fotoğrafladım zaten. Eksik ya da yırtık sayfası yoktur. Bütün hasar fotoğraftaki kadardır.








2 - Buket Uzuner / Su

Durumu : Çekilişten kazandığım kitap sadece bir defa okundu ve rafa kaldırıldı. Yeniden farkı yok. Sadece sevdiğim yerlerin sağ üstten minik şekilde sayfası katlandı.





3 - Elif Şafak  /  Şemspare (Ayrıldı)


Durumu : Çekilişten kazandığım kitap sadece bir defa okundu ve rafa kaldırıldı. Yeniden farkı yok. Sadece sevdiğim yerlerin sağ üstten minik şekilde sayfası katlandı.




4 -  Edgar Wallace / Gizemli Ev


Durumu : Yine çekilişten kazandığım kitabı türünden dolayı hiç okumadım. Yani yepyeni şekilde rafımda duruyordu.





5 - Phoolan Devi / Haydutlar Kraliçesi


Durumu : Uzun yıllardır kitaplığımda. Bir kez okunup rafa kaldırıldı. Hiçbir hasarı yok. Sadece iç kapağında tükenmez kalemle yazılmış bir satırlık bir yazı var.






6 - Thorvald Steen / Tozkoparan

Durumu : 1 defa okundu. Hiçbir hasarı yok.







Bundan sonrakiler tarzım olmadığı için hiç okumadığım fakat bir şekilde (hediye, çekiliş vs.) bana gelmiş kitaplar. Bazılarını bir kaç arkadaşıma okumaları için verip geri aldım o kadar.


7 - Mustafa Armağan / Türkçe Ezan ve Menderes

Durumu : Hiç okunmadı. Yani yeni. Hiçbir hasarı yok.





8 - Okay Tiryakioğlu / Kanuni (Ayrıldı)

Durum : 1 defa okundu. Hiçbir hasarı yok.




 9 - Erdal Şen / Bir Yiğit Vardı (Ayrıldı)

Durumu : 1 defa okundu. Hiçbir hasarı yok.






Evet işte bu kadar. Tabi şimdilik. Elimde okunmak için bekleyen, ileride takasa girecek kitaplar var tabi. Takas yapmadan önce en başta linkini verdiğim beyaz kitaplığın yazısına göz atmanızı öneririm. Ptt kargodan nasıl indirimli kitap yollayabileceğimizi açıklamış. Tabi karşılaşacağımız herhangi bir soruna karşı yazmış bu yazıya. Yoksa zaten bu kampanyadan oradaki çalışanların haberdar olmaları gerek. 

Kitapların hepsini bir kişiyle takas edebilirsem çok mutlu olurum, hatta tek kitap takası düşünmüyorum diyebilirim. En az 3 kitap ile takas işlemini gerçekleştirmek istiyorum

(Allahım bu ne kurallar kurallar, en ciddi postumu yazıyorum birazdan infilak edeceğim :D )

Başka unuttuğum bir şey var mı bilmiyorum. Hah hatırladım. Diğer takas yapan bloggerlar ile postlarımızın sonuna takastaki kitaplarımızın postlarımızın linklerini eklersek bence çok yararlı olur. Herkes istediği kitaba daha kolay kavuşabilir. Bana buradan yorum olarak veya mail ile ulaşabilirsiniz bunun için. Takas yapmamıza gerek yok sadece bu posta link ekletebilirsiniz. 

Son olarak nasıl olsa göndereceğimiz kitap sayısı aynı olduğu için karşı ödemeli olayına gerek yok diye düşünüyorum ki zaten ptt bu konuda sorun çıkarabiliyor. 


Hadi bakalım gelsin yeni kitaplar, takastaki bütün kitapların listesi postun en altında. 
Sevgiler Ponti'den ^_^



1 - Burçak Çerezcioğlu / Mavi Saçlı Kız
2 - Buket Uzuner / Su
3 - Elif Şafak  /  Şemspare (Ayrıldı)
4 -  Edgar Wallace / Gizemli Ev
5 - Phoolan Devi / Haydutlar Kraliçesi
6 - Thorvald Steen / Tozkoparan
7 - Mustafa Armağan / Türkçe Ezan ve Menderes
8 - Okay Tiryakioğlu / Kanuni (Ayrıldı)
9 - Erdal Şen / Bir Yiğit Vardı (Ayrıldı)






Kadın Özgürlüğünün Son Kullanma Tarihi

$
0
0
Doğ, büyü, oku, iş bul, çok para kazan, evlen, çocuk sahibi ol, yaşlan ve öl!

Hayatın algoritmasını ne kadar basitçe sunuyorlar bize değil mi? Ama "hayır, ben kendi yolumu çizmek, farklı bir hayat sürmek istiyorum" dediğinizde ise ağızlarından tek bir kelime bile çıkmadan nefret ettirebiliyorlar sizi yaşamdan. Kimler mi? Tabi ki onlar, sıradan olanlar...

"30 yaşını geçtiyseniz ve hala yalnızsanız, bu videoda kendinizi bulacaksınız" demiş biraz sonra size izletmek istediğim videoyu yayınlayan site

Video 35'inde, bütün arkadaşları evlenip çocuk sahibi olduğu için kendini sorgulamaya başlayan Paula'nın, arkadaşlarının düğünlerinden, sevgililerinden, günlük yaşamından parçalar bulunan videolarla bunu sorgulayışını konu alıyor. 

Bu video beni düşünmeye alışkın olduğum konular üzerine daha çok düşündürdü. 

Ama videodan önce beni düşündüren şey videoyu yayınlayan sitenin tanıtım cümlesi oldu. 

O cümledeki "daha" vurgusu...
Yani "daha" : geç kaldın, bu yaşa geldin, hala geridesin...

Tabuları yıkmak bu kadar zor olmamalı. Bir düzeni eleştiren videoyu bile yayınlarken bu kadar içimize işlememiş olmalı yıllardır robot misali itaat edilen bu düzen...



Paula video çekmeyi ve saklamayı çok seven bir kadın. Bir sürü kasedi olmuş videoda gösteriyor. Bütün ilişkilerini, yaşadıklarını, tek gecelik ilişkilerini dahi.
Son bekar arkadaşı da evlenince bu videoyu hazırlıyor. Yarım yamalak ingilizcemle izledim ben. Maalesef alt yazısı yok. 

Paula diyor ki : "20 li yaşlarımda istediğini yapmakta özgürsündür. Sevgililer, tek gecelik ilişkiler, iş, okul. Aynı erkekler gibi. Fakat kadın özgürlüğünün bir son kullanma tarihi var. 30'larınıza girdiğinizde herkes tarafından bir soru sorulmaya başlanır : Ne zaman durulacaksın?"




Ve o yaştan sonra gerek ailesi, gerekse toplum tarafından herkes gibi evlenmesi ve çocuk sahibi olması yönünde nasıl görünmez bir baskı gördüğünü ve bundan nasıl etkilendiğini anlatıyor.
33 yıllık bir evlilikten sonra boşanmış olan annesinin dahi fikri hayatı yalnız yaşamaması gerektiği yönünde. 

Videonun sonunda da anladığım kadarıyla Paula yalnız kalma kararı aldığını söylüyor. 
Bu noktada düşündüm Paula Türkiye yaşasaydı bu canını sıkmışa benzeyen görünmez baskının travma boyutuna geçmesi acaba kaç gün, kaç saat sürerdi? :)



Bütün dünyada hakim olan bir genel görüşün en koyu tonlarından birini biz Türkiye'de yaşıyoruz sanırım. Çocuğu henüz evlenmedi diye kendini derde saran ebeveynler, her düğünde bekarın kabusu "hadi artık sıra sende" teyzeleri, çocuk doğurmak istemeyene (kendimden biliyorum) uzaylı muamelesi yapan 5 çocuk annesi Şaziye abla, hayatı bir tabloya oturtmuş, insanların da robot gibi uymasını isteyen, "evlilik çağı geldi" ve "bak yaşın geçiyor artık" gibi kıymetli sözlerin ilk sahibi Vasfiye teyze ve daha niceleri.... Nice renksiz, mantıksız, tek düze yaşam.

Evet şu an çok basite indirgeyerek anlattım belki olayı ama bu saçmalığın bizim ülkemizdeki hali işte bu kadar bayağı ve basit. Gerçi bizim ülkeye niye giriyorsam, "evli, mutlu,çocuklu" diye şarkı var yahu her kezb.. (tamam tamam değil) coştuğu ve salakça hayaller kurduğu. 

Evli - mutlu - çocuklu. Hah, 3'te 3! Tebrikler, artık diğer robotlara katılabilirsin.
Artık hayatın daha mükemmel olamaz, sen çok farklı ve kimsenin kolayca başaramayacağı bir şey yaptın. Yersen...

Bu meselenin aslında kadın ve erkek olarak 2 boyutu var . Erkeğe bu eziyet yapılmıyor genelde. Kadın sürekli aciz, doğurmazsa ölecek olan, korunmaya muhtaç bir yaratık olarak algılandığı için (ki sağolsun bizzat kadınlarımızda bu düşünceyi hareketleriyle en iyi şekilde destekliyorlar)  bir an önce evlenmesi en iyisi diye düşünülüyor. 
Mutlak ki aralarında yalnız bir yaşamın zorluğunu düşünerek, olaya duygusal yaklaşan vardır ama emin olun çok az. Hatta çoğunun bahsettiği maddi bir anlaşmadan ibaret. 

Erkek mi? O evlenir canım ne olacak, doğurmayacağı için pek yaş sınırlaması da yok. 
Deli doluysa deli dolu, durgunsa ağır abi. Neyse o. Etiketsiz, abartısız. 



Paula belki ileride bu anlamsızlıklar yüzünden  fikrini değiştirecek, yalnızlığın ağırlığıyla yanlış kararlar alıp kendini daha da mutsuz edecek. Ama evlenirse toplumda kademesi yükselecek. Evli bir kadın. Seven, sevilen, fedakar (bu da marifet sayılanlardan). Sanki her 100 kişiden sadece 3'ü evlenebiliyormuş gibi. Sanki boşanmalar bu kadar çok değilmiş, her evlenen hayatın sırrını çözüp tam bir "happily ever after" yaşıyormuş gibi. 



7 yıllık evliyim, ne mutlu ki her şeyiyle sevdiğim bir evliliğim var ama hayatımda hiç :

- "evlenme yaşım geliyor" diye düşünmedim. 

 - hiç "benim kadar çirkin ya da güzel birini bulmalıyım, dengim olmalı" diye bir mantık kurmadım.

 - hiç " geç olmadan çocuk yapayım, ileride kapımı çalan olmaz" diye düşünüp hemşire görevini doğuştan üstüne giydirerek, yaşayan, nefes alan, ileride acı çekip mutlu olacak, sorgulayacak, yorulacak bir canlıyı, hali hazırda dünyaya gelmiş ve çoktan kirlenmişlerin bir bok çukuruna çevirdiği bu dünyaya atmak istemedim,

 - hiç "genelde yalnız kadınlar sorunlu oluyor, bin tane kediyle tek başına ölüp gidiyorlar yazııık" deyip kimseyi aşağılamadım,

 - hiç ama hiç kimsenin mutluluğunun neye bağlı olduğunu ve bu bağlı olduğu şeylerin beni ilgilendirmedikçe kendi doğrularıma ve yanlışlarıma uyup uymadığını kontrol etme gereği duymadım. 

Farklı oldum. Farklı olmak istemeden farklı oldum. Yalnız kaldım ama böyleydim, elimden bir şey gelmezdi. İşte bu yüzdendir bu videoları bu kadar sevişim, duygulanışım. Bu yüzdendir gerçek hayattan daha çok hayal dünyasını ve kurguyu tercih edişim. 



% 25'im evlenmek istiyor,
%27'im özgür olmak istiyor,
%26'ım ruhsal bir yaşamı arzuluyor
%22'im çocuk sahibi olmak istiyor 

demiş Paula. Her kadın gibi kafası karışık. Belki çocuk ve evlilik isteklerinin altında yatan yıllardır ezberledikleridir. Bilemeyiz. 
Paula'nın mutluluğu bulmasını umut ettim videoyu izledikten sonra. Ama gerçek mutluluğu yani birine bağlı olanı değil, hali hazırda içinde var olanı...
Paulayı tanımak istedim,Paula'nın arkadaşım olmasını, onunla gün batarken yalnızlığın ne kadar çekici olduğu hakkında sohbet etmeyi, anlamlı bir film izlemeyi istedim. 


Ezberleri bozmak, tabuları yıkmak, farklı düşünmek-davranmak, hatta farklı olandan korkmamak, bir kez olsun elimizde kor bir ateş taşır gibi aceleyle hayat üzerinde kararlar almak yerine en son ne zaman huzur içinde güldüğümüzü hatırlamaya çalışmak ve en çok nerede, nasıl mutluysak onu yapmaya devam etmek kimseye aldırmadan...
Sanırım benden önce devam etmiş ve benden sonra da devam edecek olan bu çarpık düzenden ve bu isteğimiz dahilinde gelmediğimiz hayattan istemek için çok zor şeyler bunlar. 
Belki, ileride, yeni bir nesil ile birlikte...

Dipnot : Paula'nın belgeseli gibi ilişkileri, evliliği ve tabuları konu alan belgesel ve film öneriniz olursa öğrenmeyi çok isterim.

Sevgiler Ponti'den!




         Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest

Hipnotize Eden Müzik : Elliphant

$
0
0
Merhaba millet!

Bu aralar iş yerinde arka planda ses olsun diye çalan radyoyu saymazsak kalan kısmın büyük bölümünü Elliphant dinleyerek geçiriyorum.

Gerçeklikten uzaklaştıran müthiş sakinleştirici bir ses, kendine çeken kusursuz ritmler. Bazen yolun ortasında gözümü kapatıyorum birden, daha da hissedebilmek için. Resmen hipnotize olmak bu!

Gerçek adı Ellinor Olovsdotter olan İsveçli şarkıcı Elliphant 85 doğumlu. Hakkında yabancı kaynakları saymazsak (ki onlar da fazla bilgi içermiyor) pek bir bilgi yok. O yüzden bu postu yazarken birilerine tanıtma sevincim daha da arttı.

Müziğini kabaca hip-hop ritmleri taşıyan electro pop olarak tanımlayabiliriz sanırım. Dinlemeden önce vaktinizi almamak adına bunu da belirteyim.
Ama bu sesi ve tatlı aksanı duymalısınız :)



Ben onu bir arkadaşım sayesinde ilk kez " Could It Be" parçasıyla tanıdım. Çok beğendim fakat bu kıvama gelmemiştim henüz. Ne zamanki "Music Is Life"ı dinledim, işte o zaman bir anda aşık oldum onun müziğine ve sesine. Bu yüzden açılışı bu parçayla yapmak istiyorum :





Tabi ki Could It Be'de çok sağlamdı, sevilesiydi,bıkmamacasına dinlenesiydi.
Özgür ruhlu şarkıları bu kadar sevmesem, çoğu kişi için olduğu gibi benim için de 1 numaraydı :






Ardından "Down On Life"ı dinleyince "bir kişinin her parçası mı güzel olur?" diyerek artık albümüne yöneldim.











Hele ki işten çıkıp otobüse kendimi attığımda son ses açıp gözlerimi kapatmak kadar beni rahatlatan bir şey yok şu sıralar. Böyle baharatlı seslere gerçekten hayranım, farklı renkler olsalar da bir başka örneğini de daha önce tanıtmıştım :  Soko 
Bir de şu uçuk hatunlara beslediğim sempati hiç bitmeyecek sanırım ^.^

Elliphant 2012'den bu yana single tarzında bir kaç parça barındıran albümler çıkarmış fakat 2013'te çıkardığı "A Good Idea" albümü bütün şarkılarını barındıran dolu dolu ilk albümü.

İşte şu sıralar ben de bu albümü eskitmekle meşgulüm :)




Hastası olduğum diğer parçaları :
youtube'da kalitelisini bulamadım, dinlemek için turuncu play tuşuna basın


1 - Shoot Me Down





2 - Run Far




Run Far, çok vurucu bir dram filminin soundtrack'ı gibi gelmedi mi size de?
Requiem For A Dream gibi. Zaten Could It Be parçasından Requiem For A dream tadı alanlar varmış. Ama ben bu şarkıda daha çok hissettim nedense.



3 - Toilet Line Romance



Benim listem bu kadar. Elliphant ilginizi çektiyse diğer parçalarını da siz keşfedin. 
Eminim dengesiz ve sıkılgan Ponti bir süre sonra Elliphant'ı da (zamanı gelince tekrar takıntı yapılmak üzere) arşivin derinliklerine kaldıracaktır ama "Music Is Life"ın her daim play list'imde olacağına eminim ^_^ 

Müziksiz gününüz geçmesin çünkü, müzik ruhtur, nefestir, renktir. Müzik hayattır!

Sevgiler.

Aklımda Kalanlar : Şemspare / Elif Şafak

$
0
0
Merhabalar!
Şempare , Elif Şafak'ın Habertürk gazetesinde yazdığı yazılardan derlenen bir kitap. Ben gazete yazılarını okumadığım için kitabı keyifle okudum. Maalesef okuduklarımı uzun süre hafızamda tutmaya izin vermeyen, silemediğim verilerden dolayı tıka basa dolu olan beynim Şemspare'yi de (uzun süre önce okuduğum için) alıntılarla hatırlamama izin verecek seviyede bırakmış durumda.

Elif Şafak'ın seveni de çok sevmeyeni de. Ben onun naif ve sade dilini çok seviyorum. Özellikle kadınlar ve farklı olmak ile ilgili yazılarında kendimi birebir buluyorum diyebilirim. Bir gün internetten tavrını hoş bulmayıp tartışır gibi olduğum biri "Elif Şafakvari dilin bana sökmez, ben senin gibileri çok gördüm" demişti de üzüleyim mi sevineyim mi bilememiştim.

Aşk'ı gözyaşları içinde bitirdiğimi hatırlıyorum. İskender ise çokça övemeyeceğim ortalama bir romandı. Şempare onun okuduğum 3. kitabıydı. Sıradaki umarım Siyah Süt olur çünkü en çok onu merak ediyorum.

Bir kaç yıl önce kaybettiğim okuma alışkanlığmı geri kazanma sürecinde bir "aklımda kalanlar" defteri tutmaya karar vermiştim. Okuduğum her kitabın en sevdiğim satırlarını buraya aktarıyordum. Maalesef bu kararı Aşk'ı okuduktan çok sonra verdiğim için ondan satırlar kalmadı defterimde. Sırf bu yüzden tekrar okuyacağım Aşk'ı.

Biz Şemspare'ye gelelim :)





"Ne zaman kılığı kıyafeti, saçı makyajı, oturuşu  duruşu, konumu ve vizyonu, özgüceni ve sohbeti 'kusursuz' bir kadınla yan yana düşsem kaçmak isterim yanından, kaçmak uzaklara. Ne vakit dört dörtlük, en ince ayrıntısına kadar mükemmel planlanmış, en ufak bir leke bile barındırmayan bir sofrada otursam, iştahım kapanır kendiliğinden. Su üstüne su içerim.
......
Ne zaman muhteşem döşenmiş, en ufak bir çizik ya da dağınıklığa izin vermeyen, en ala dekorasyon dergilerinin sayfalarından fırlama bir evde bulsam kendimi, kurdeşen olur ruhum, başlar kıvranmaya. Tuvaletin yerini sorarım gösterirler. Kapıyı kapar kapamaz kendimle baş başa kalır kalmaz azarlarım ikinci ben'i :
- Gene ne var?
- Hadi kaçalım buradan n'olurrr der mızmız çocuk gibi.Kimi zaman idare ederim ruhumu, kimi zaman zapt edemem. Oldum olası mutlakıyetçi/mükemmeliyetçi insanların yanında içime kapanır ; arızalı, yaralı, şaşkın, mutevazı, hafif derbeder ve elinde olmadan zikzaklar çizen, düşe kalka şu hayatta arayış halinde olan insanların yanında açılır, dillenirim, coşarım."



"Nasıl da tahammülsüz davranıyoruz, aşk söz konusu oldu mu şüphenin kırıntısına dahi. Totaliter aşklarımız. Yayılmacı, işgalci, tahakkümperver. Sevdiğimizin benliğinin haritasında ele geçirmediğimiz tek bir köy ya da kasaba bile kalmamalı. Emin olmak istiyoruz, yüzde yüz, yüzde beş yüz.
"Seviyor musun beni?" diye soruyoruz durup durup. Yetmiyor gelen cevap, kesmiyor. 
" Hep sevecek misin beni?" diyoruz bu sefer. Şimdiki zamanı kontrol etmek yetmiyor : geleceği de ipotek altına almak istiyoruz. Gelecek beş, on, kırk, elli yılı.
"Ölene kadar seveceğim" yemini ne kadar temelsiz aslında, boş bir dayatma. Şu anı bilebiliriz sadece, koca bir ömre dair edilen her taahhüt, özünde zorlama.
Tereddüt inancın da, özgüvenin de, aşkın da olmazsa olmazı. Şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklar!"



"Ne yalpalamadan yürümek mümkün öyleyse, ne de yolunu kaybetmeden ilerlemek"


"... meselelere daha demokrat bakanlar ise diyorlar ki : "Hoşgörü kelimesinde saklı bir hiyerarşi var. Hani sanki biz tepede bir yerdeyiz de birilerini hoşgörüyoruz."


......
"İstanbul geç kalmaların şehridir. Randevularımıza, dostlarımıza, sevdalarımıza, anılarımıza, hayallerimize... Hatta kendimize geç kalırız burada ha bire."

"Aşkı ve evliliği bir yarış gibi algıladığını fark edemeden, kaybeden taraf olmaktan korktu.
Kelimeler ok gibi çıkmıştı ağzından, geri döndüremedi. Tartıştılar. Yanlış sözler sarf ettiler. Peşpeşe gelen ithamlar. Aslında söylemek istemedikleri şeyler söylediler, kastetmedikleri kelimeleri inatla sahiplendiler. Sırf geri adım atmamak için. Sırf eğilmemek, bükülmemek için.
Eğilip bükülmeyen sonunda kırılır, düşünmediler.
Eğilmeyen bükülmeyen sonunda kırar, düşünmediler."

"Keşke birbirimize dürüstçe : "Seni seviyorum ama şu anda değil. Seni görmek istiyorum ama bugün değil" diyebilsek."

"İstanbul'a gelen herkes değişir.
İstanbul'da kalan herkes değişir."


"Ve biz kadınlar kendimizi bozuk akçe gibi harcamadan sevemez miyiz dahi bir adamı?"




           Facebook /  Twitter   /  Instagram  Pinterest




2014 Brit Ödülleri Performansları

$
0
0
Merhaba blog alemi!
Dün gece Brit Ödülleri'nin canlı yayınına bir göz attığımda bu aralar garip hatunlarım arasında gözde olan Lorde, Royals'ı söylüyordu tam da. Yarın keyifle izlerim deyip hemen kapatmıştım.

Bugün izledim bütün performansları ve pek sevdiğim şarkıların garip mixlerle içine edilmesine üzüldüğümle kaldım. Beyonce yine garip bir şarkı söylemiş, Katy Pery kleopatra olmuş, Lorde'u garip bir mixte harcamışlar, sesinin tadını alamadım.

Neyse, şanlıymışım ki beni mutlu eden 2 performansı en son izledim.
Zaten bana Pharrell Williams ve Bruno Mars yetmez miydi? Yeterdi be ♥



Katy Pery

Katy Pery Dark Horse'la sergiledi performansını. Zaten şu sıralar şarkı ve sanatçı kıtlığı olmalı ki Grammy ile fazlaca örtüşüyordu şarkılar, performanslar farklı olsa da.
Katy sahneye bir girdi amanın dedim bu ne güzel hazırlanmış bir şovdur. Renkler capcanlı, fosforlu. Bakmak bile mutlu ediyor. Sanki birazdan "last friday night"ı söyleyecek öyle kıpır kıpır.

Kıyafetler süper ama şarkı karanlık, şarkı gizemli. Nasıl olacak? Dur bakalım oldururlar dedim izliyorum hala umutla.

Benim sabretmeme kalmadan Dark Horse'un çok sevdiğim ritmlerini bozduklarını duyunca bu performanstan hayır beklemekten vazgeçtim :D
Bitirmek için bitirdim izlemeyi. Nerede o Grammy'deki 54654984 defa izlediğim efsane performansı  ,nerede bu sirk havası? Dedim ya başka şarkı olsa bayıla bayıla ama Dark Horse ve bu atmosfer...
I-ıh. Tat vermedi, hatta eziyete dönüştü.






Lorde 

Lorde Royals'ı söyledi. Ama yine hiç sevemediğim mix'iyle.
Nasıl da heveslenmiştim şarkının en tatlı yeri geliyor diye tüylerim diken diken oldu yemin ederim O_o
Ama Lorde her zamanki gibi tatlıydı, güzeldi, çekiciydi. Arkadaki Lorde'un fotoğrafıyla yapılan ışık oyununu ise çok sevdim. Onun tarzına ve sevdiğim garip tavırlarına çok yakışmış.

Lorde ile birlikte Disclosure grubu ve Aluna George sahne aldı. Lorde'un ardından çıkan hatunun sesi çok itici geldi o yüzden videonun sonunu getiremedim.





Beyonce'un performansı aşağıda link halinde.
Artık onu böyle sürekli bir şeyleri eksik şarkılarla duymak istemediğim için video bile koymuyorum.




Ellie Goulding

Ellie Goulding "I Need Your Love" ile giriş yapsa da onu çok kısa söyledi. Asıl şarkısı "Burn" dü.
Onu ilk defa canlı dinlediğim bu performansında Ellie'nin sesinin çok ilginç bir tınısı olduğunu gördüm. Söyleyemedi, sesi yetmedi desek değil. Şarkının hakkını verdi de diyemiyorum.
Sanki kendi tarzında gayet güçlü bir sesi varmış gibi. Bilemedim.
Hele ki dans etmeye başlayınca iyice tıkandı.
Sanırım Ellie'de sakin şarkılar olmadıkça canlı dinlenince tat vermeyeceklerden.
En azından giriş kısmı keyifli ve tekrar izlenesiydi.
Ki zaten her sanatçı hem dans edip hem şarkı söylemek zorunda değil. Onu da böyle seviyoruz :3






Bruno Mars

Veee Bruno Mars. Ahh Bruno Mars!
Nerede sesini duysam illa ki yanı başımda söylüyormuş hissi veren, o sesi illa ki açtıran adam!
Yine, yine harikaydı. Hele ki danslarıyla gecenin en iyi 2 performansından biri oldu benim için. Tek bir notada dahi bozulmayan sesine hayran olmamak mim-kin değil!





Pharrell Williams 

Veee tabi ki şirinlik muskası Pharrell Williams! Nile Rodgers ile birlikte yine kalbimden vurdular!
O tip ne o tip? Tarzını sevdiğimin kadife seslisi :D
Ayakkabılarına ve şapkasına bakmaktan şarkıya veremedim kendimi, coşamadım bile. Bu tarzın adı bu güne kadar ne olarak gelmiş olursa olsun umurumda değil. Ben adını Pharrell koyuyorum zira bu tarzın bu kadar yakıştığı bir insan evladı olamaz!

3 şarkının harmanlanışı ve giriş kısmı çok eğlenceliydi. Asıl söylenen şarkı : Happy ^_^
İzleyin, çok sevin, çok eğlenin :)



Yarın Cuma, şimdiden mutlu hafta sonları.
Sevgiler Ponti'den!

Anime Hayattır #5

$
0
0

Anime : Bakuman
Ponti'nin Puanı : Daha bitmedi ama harika gidiyor ♥

Viewing all 221 articles
Browse latest View live