Merhaba izleyici.
Şu an bu yazıyı neredeyse bitirmek üzere olduğum destan gibi postu tek tıkla silmem ve bomboş bir sayfaya dakikalarca bakakalmamdan sonra kendimi zorlayarak yazıyorum.
Yıl olmuş 2014, hala böyle mallık ötesi teknoloji kazaları yaşıyoruz.
Sakinleşip, hatırladığım kadarıyla aynısını yazmaya çalışacağım, cidden çok kötü bir durummuş.
Bloggerlığa da, balık hafızama da lanet olsun.
fırıjııııbjjrttttt (başa sardık)
Merhaba izleyici.
A'dan Z'ye postlarımı ne zaman hayata kin kusma seansına dönüştürmekten vazgeçerim bilmiyorum ama düşünmeden yazmayı epey özlemişim.
Hadi ben saçmaladım.
Aklımın bana oyun oynadığı özelliğe uyanma sonrası dakikalardan birinde, sadece bir anlığına, özellikle uyandıktan hemen sonra özgürmüşüm rüyası görüyorum.
Sonra geçiyor.
Bakire bir gölgenin içinde koklamıştım, kır çiçeklerini
Dur dememiştim hiç zamana
Biliyordum akıp gitmeliydi an
Sevdamı da götürmeliydi
Cennetimin bakir cibinliğine
Aşk birden doğ
Aşk birden bat
Beni yanına kat... / Bunu dinlemek istiyorum
Cehaletimden korkmam beni az da olsa kurtulmuş biri yapar mı? Bilemiyorum.
Çelişkilerin içinde boğulmamak için gözü kapalı harcamalı hayatı A'ya ya da B'ye. Olmadı C'ye.
Ölümsüzmüş gibi bir özgüvenle gelecek planı yapanlara inanamıyorum.
![]()
Dostum kelimesinin içi boşaldı sen gittikten sonra. İnancımı yitirdim, pervasızca kullanır oldum ona buna. Fakat o günden beri daha 2 saat bile sıkılmadan sohbet edemedim kimseyle, dostum...
Evren bütün kadınlara Demet Evgar özgüveni, karakteri ve ruhu verseydi şu an bambaşka bir dünyada yaşıyor olabileceğimizin farkında mısınız?
Seni seviyorum kadın...
Filmler, animeler, kitaplar, diziler ile bütün bir ömrü gayet mutlu şekilde devam ettirebilir ve sonlandırabilirsiniz.
Gördüklerim yaşadıklarımdan daha çok etkiledi beni çoğu zaman. Yaşadığında o olay senin için sonlanmış oluyor. Bütün ağırlığıyla nerede başladığını, bittiğini biliyor ve zamanla bütün bunları hazmediyorsun. Ama sadece tanık olduğun bir karanlık, ucu bucağını göremediğin bir çöl gibi kalbini kurutana kadar ve bir yerde gerçeklik ekseninden dahi kayan türlü senaryolarıyla beyninde dönüp durmaya devam ediyor.
Ve bu bazen yaşamaktan bile korkunç oluyor.
![]()
Hayatını belli bir şeye adayan insanları çok seviyorum. Kitaplara, filmlere, bir hobiye.
İnsanların garipsediği, hastalıklı gördüğü, uzaklaştığı insanların kendilerine kurduğu kocaman dünyada mutlu mesut yaşamaları büyülüyor beni. Onlardan birini gördüğümde öğrenecek çok şeyim olduğunu biliyorum.
Israrla sorguluyorum. Israrla. Bıkmadan, sıkılmadan, yorulmadan. Nefret edecek noktaya geliyorum her bir sorudan. Ama yine soruyorum. Kendimi kandırmaktan bu kadar mı korkuyorum?
İntihar. Hepimiz bu kavramı bugün Mehmet Pişkin adıyla tekrar hatırladık. Çoğumuzun ilk kez gördüğü bu her halinden naiflik okunan adam, ölmeden önce bıraktığı intihar notu/videosunda neden intihar ettiğini açıklıyordu kocaman bir gerçekliğin görünmeyecek kadar ufak bir parçalarıyla.
Kaçımız anladı onu, kaçımız hak verdi, kaçımız onunla birlikte orada olmak istedi bilemiyorum fakat benim gibi bir intihar sempatizanını da, intihar denilince dünyanın en korkunç şeyini duymuş gibi tepki veren insanları da derinden etkiledi.
İntiharlar artıyor çünkü dünya her geçen gün daha da yaşanmayacak hale gelerek hızla mekanikleşiyor. Bunu kaldıramayanlar temiz ruhlar birer birer dökülüyor zamanı gelmiş kuru yaprak gibi.
İntiharın gözümde övülesi bir kavram olması, insanın sorulmadan gönderildiği hayata "burada dur" diyerek zincirlerinden kurtulması ve en azından ne zaman çekip gideceği kararını verebilmesinin yüceliğindendir. Kendi irademizle, özgürce, hayatımızı gerçekten istediğimiz şekilde etkileyecek tek karar budur belki de.
Belli ki çok güzel bir insanmışsın Mehmet Pişkin. Umarım yanılmıyorumdur. Hep huzurla kal, hepimizden şanslı ve cesaretlisin...
Jön denilince aklına Kıvanç Tatlıtuğ değil de Ediz Hun gelenler korkmayın yaşlanmadık daha. Di mi?
Küfürden neden korkuyorsunuz? Tam olarak hangi kısmı midenizi bulandırıyor? Sokakta langır lungur kullanan ayılardan dolayı mı nefret ettiniz yoksa sadece çok nefis bir aile terbiyesi aldığınız için irite mi oluyorsunuz? Birine küfredecek kadar çok hiç kızmadınız mı? En kötü kelimeniz "salak" mıydı? Hiç isyan etmediniz mi, boğazınız patlayana kadar çığlıklar atıp sinir krizi geçirirken de naif sözler mi geçti aklınızdan? Yoksa hiç sinir krizi geçirmediniz mi? Hiç nefretinizi anlatacak kelime bulamadığınız biri de olmadı hayatınızda demek? Anlıyorum.
Lgbt onur yürüyüşü vardı geçenlerde. Yanlarında olmak istedim, olamadım. Bitmedi yıllardır çektikleri. Dar kafalı ruh hastaları yüzünden zaten özgür olamayan insan yaşamını daha da kısıtlamak zorundalar ne acı.
Olayın ne kadar basit olduğunu göremiyor hiçbiri.
Ben mesela muz seviyorum. Ama karşımdaki hiç sevmiyor. Ve bana diyor ki "Karşımda muz yiyemezsin. Çocuklarımı da muz sevmeyen insanlar olarak yetiştireceğim, onları özendiriyorsun"
Ne kadar salakça değil mi?
Hiç şaşırmayın veya basit bulup ne alaka demeyin bu örneğe. Bir fark yok aslında özünde.
Sen çocuklarını özenti uğruna hayatlarının akışını değiştirecek kişiler olarak yetiştiriyorsan onlar yolunu bulur bir şekilde. Ha gerçek kararlarına saygı duymayacak kadar kötü bir ebeveyn isen o ayrı.
Bana bir de eşcinsel değilken neden onların haklarını bu kadar savunup her yerde dile getiriyorsun demiyorlar mı...
Hama boncuklarından lgtb bayrağı kolye yapacağım yakında :)
Mamak Ankara'nın en kokuşmuş ilçesidir. En pis, insanı en hödük, çevresi en uzak durulası ve okuluyla, esnafıyla en yaşanmayacak yeridir.
Geçen aylarda 20'lik diş sancım tuttu. Yakın diye mamak ağız ve diş sağlığına gittim. Bir doktor geldi karşıma tam bir Cem Yılmaz filmi tiplemesi. Bir tek sigarası eksik.
Dizmiş hastaları 4 koltuğa inci gibi. Bana "uzan ablacım şöyle" dedi. (Ablacım?)
Ardından bir bomba daha.
Aç ağzını bacım. (bacım?)
"İyi ver o zaman 2 kilo" diyecektim ki yirmilik dişi bütün dişlerimi kökünden oynatarak çekti ayı!
2 hafta sancı çektim.
Şuradan kurtulmaktan başka bir dileğim yok artık!
Ne sen leyla' sın ne de ben mecnun
Ne sen yorgun ne de ben yorgun
Kederli bir akşam içmişiz, sarhoşuz, hepsi bu.. / Bunu dinlemek istiyorum
Okullar bir bir imam hatip oluyor. Korkuyla yaşamaya alıştık da ne zaman korkumuz kabusa dönüşecek onu çok merak ediyorum.
Ölüm hakkında izlediğim en nefis dizilerin başına oturdu Six Feet Under.
Felsefesi, karmaşası, gerçekliği, saçmalığı ile her bir taraftan işleniyor ölüm gerçekliği. Son sezondayım, bitirip yazmayı istiyorum bir an önce.
Post yazarken dinlediğim müzikle bağlantılı olarak yazdığımı öylece bırakıp şarkı söylemek, başka yazılar yazmak, araştırma yapmak veya sadece düşünmek gibi bambaşka işler peşine düşebiliyorum.
Odaklanma sorunu ♥ ben.
Bu yüzden post yazarken illa ki beni konuya çekecek şeyler dinlemem gerekiyor.
Rüyaları gerçeğe dönüşen insanların azlığı ve insanlık olarak ne kadar zavallı olduğumuzu unutmak istediğim zamanlarda yabancı yetenek yarışmaları videolarını izliyorum.
Özellikle" yabancı" diye belirtiyorum çünkü kulağıma kalıcı hasar verecek kadar korkunç seslerin bu güne kadar "çok güzel kadın" dan başka bir vasfı bulunmayan kişiler tarafından alkışlanması izleyeceğim ve katlanabileceğim bir şey değil. Çok merak ederseniz şöyle bir rezillik gösterebilirim.
Gerçek ya da değil bilemem ama hayallerine adım adım yaklaşan insanların heyecanları beni de onlarla birlikte ağlatıyor çoğu zaman. Hele ki ne kadar muhteşem bir yeteneğe sahip olduklarını anladığımız o an, müthiş!
Kalbimdeki sırasıyla izleyin diyorum : Melanie Amaro ♥ , Carly Rose Sonenclar, Rachel Potter, Susan Boyle, Aliki Chrysochou, Alex and Sierra, Panda Ross
Salak ötesi şeylere günlerce gülebiliyorum. Mesela şu. Suaviyi çok severim ama, lütfen.
Şunu iyice anladım ki ben insan sevmemenin yanında özellikle normal insan sevmiyorum. Normal biriyle konuştuklarım çok iyi ihtimalle sadece eğlendiriyor beni, güzel zaman geçiriyorum.
Ama ruhumu ve kalbimi parlatan bu değil. Bir kelime daha edebilsem diye deli olduğum bütün insanların hepsi arızalı, sorunlu, hasarlı ve çok, çok güzel...
Tokalaşmaktan korkan insan var arkadaşlar. Evet var. Ve gün geçtikçe karşıma daha çok çıkarak toplum içinde hulk'a dönüşmeye zorluyorlar beni.
Uyanıver gökyüzüyle sonsuzluğa
Unutuver hatırlatırsa ellerin
Süzülsün dudaklarından yıllar boyunca
Son bir nefes, acım katlanınca / Bunu dinlemek istiyorum
Ülke olarak babet çorabı mevsimini kapattığımız için çok mutluyum. Babet çorabı. Bak isminde hayır yok daha. Babet dediğin rahat etmek için tasarlanmış dümdüz, sade, şirin, uslu bir şey. İçine çorap mı giyilir yahu. Niye olayı karmaşık hale getiriyorsun ki? Türklüğünüzü belli etmeyin her yerde. Bir de kenarları tığ oyası gibi bişiy var, o olunca çok kibar duruyor tabi, tabi.
Ve nihayet kendime edepsiz bir blog açtım. Edepsiz derken rahatça konuşabilmek manasında hani. İçimden geldiği gibi karalıyorum dünyayı. İnsanlardan ve gerçeklikten bu kadar sıkılmaya devam edersem bir gün bu bloğun kapısına kilidi vurup o tarafa kaçabilirim. Umarım o kadar delirmem.
Yaşanır ağır ağır büyük aşklar tomar tomar
Gelir üstüme birikir.
Yetişir ağır ağır çocuklar da kendini tanır sonra hemen unutur.
Olmalı...
Eğer ipler senin elindeyse hemen çek göster.
Göster bana ne kadar çelimsiz ve sevimsiz olduğumu. / Bunu dinlemek istiyorum
Zamansız biri oluyorum zamanla. Sabahlar, öğleler, akşamlar geçiyor. Herkes, her şey aynı. Ben bile aynıyım hayret. Varışa koşan atlet gibi kan ter içinde ama sanki bir şeyi kazanma arzusuyla hiç durmuyoruz. Hepimiz manyak, hepimiz hastayız.
Durmak çok güzel olmaz mıydı? İleride ne var farklı olan? Bilen yok. Hep bir beklenti yar. "Yarın olsun da" , "şu ayı bir atlatsak" , "sonuçlar bir açıklansın" , "3 yıl sonra rahatız"
Sonra pat. Ölüm. Varış çizgisi yok. Yarışlar hep yarım.
Kış şarkılarımı beğendiniz mi?
İyi geceler dünya.
Lütfen şu an mutluluğu tadıyor ol, Mehmet Pişkin. Lütfen.
Serinin diğer postları : 1 / 2 / 3
Şu an bu yazıyı neredeyse bitirmek üzere olduğum destan gibi postu tek tıkla silmem ve bomboş bir sayfaya dakikalarca bakakalmamdan sonra kendimi zorlayarak yazıyorum.
Yıl olmuş 2014, hala böyle mallık ötesi teknoloji kazaları yaşıyoruz.
Sakinleşip, hatırladığım kadarıyla aynısını yazmaya çalışacağım, cidden çok kötü bir durummuş.
Bloggerlığa da, balık hafızama da lanet olsun.
fırıjııııbjjrttttt (başa sardık)
Merhaba izleyici.
A'dan Z'ye postlarımı ne zaman hayata kin kusma seansına dönüştürmekten vazgeçerim bilmiyorum ama düşünmeden yazmayı epey özlemişim.
Hadi ben saçmaladım.
Aklımın bana oyun oynadığı özelliğe uyanma sonrası dakikalardan birinde, sadece bir anlığına, özellikle uyandıktan hemen sonra özgürmüşüm rüyası görüyorum.
Sonra geçiyor.
Bakire bir gölgenin içinde koklamıştım, kır çiçeklerini
Dur dememiştim hiç zamana
Biliyordum akıp gitmeliydi an
Sevdamı da götürmeliydi
Cennetimin bakir cibinliğine
Aşk birden doğ
Aşk birden bat
Beni yanına kat... / Bunu dinlemek istiyorum
Cehaletimden korkmam beni az da olsa kurtulmuş biri yapar mı? Bilemiyorum.
Çelişkilerin içinde boğulmamak için gözü kapalı harcamalı hayatı A'ya ya da B'ye. Olmadı C'ye.
Ölümsüzmüş gibi bir özgüvenle gelecek planı yapanlara inanamıyorum.

Dostum kelimesinin içi boşaldı sen gittikten sonra. İnancımı yitirdim, pervasızca kullanır oldum ona buna. Fakat o günden beri daha 2 saat bile sıkılmadan sohbet edemedim kimseyle, dostum...
Evren bütün kadınlara Demet Evgar özgüveni, karakteri ve ruhu verseydi şu an bambaşka bir dünyada yaşıyor olabileceğimizin farkında mısınız?
Seni seviyorum kadın...
Filmler, animeler, kitaplar, diziler ile bütün bir ömrü gayet mutlu şekilde devam ettirebilir ve sonlandırabilirsiniz.
Gördüklerim yaşadıklarımdan daha çok etkiledi beni çoğu zaman. Yaşadığında o olay senin için sonlanmış oluyor. Bütün ağırlığıyla nerede başladığını, bittiğini biliyor ve zamanla bütün bunları hazmediyorsun. Ama sadece tanık olduğun bir karanlık, ucu bucağını göremediğin bir çöl gibi kalbini kurutana kadar ve bir yerde gerçeklik ekseninden dahi kayan türlü senaryolarıyla beyninde dönüp durmaya devam ediyor.
Ve bu bazen yaşamaktan bile korkunç oluyor.

İnsanların garipsediği, hastalıklı gördüğü, uzaklaştığı insanların kendilerine kurduğu kocaman dünyada mutlu mesut yaşamaları büyülüyor beni. Onlardan birini gördüğümde öğrenecek çok şeyim olduğunu biliyorum.
Israrla sorguluyorum. Israrla. Bıkmadan, sıkılmadan, yorulmadan. Nefret edecek noktaya geliyorum her bir sorudan. Ama yine soruyorum. Kendimi kandırmaktan bu kadar mı korkuyorum?
İntihar. Hepimiz bu kavramı bugün Mehmet Pişkin adıyla tekrar hatırladık. Çoğumuzun ilk kez gördüğü bu her halinden naiflik okunan adam, ölmeden önce bıraktığı intihar notu/videosunda neden intihar ettiğini açıklıyordu kocaman bir gerçekliğin görünmeyecek kadar ufak bir parçalarıyla.
Kaçımız anladı onu, kaçımız hak verdi, kaçımız onunla birlikte orada olmak istedi bilemiyorum fakat benim gibi bir intihar sempatizanını da, intihar denilince dünyanın en korkunç şeyini duymuş gibi tepki veren insanları da derinden etkiledi.
İntiharlar artıyor çünkü dünya her geçen gün daha da yaşanmayacak hale gelerek hızla mekanikleşiyor. Bunu kaldıramayanlar temiz ruhlar birer birer dökülüyor zamanı gelmiş kuru yaprak gibi.
İntiharın gözümde övülesi bir kavram olması, insanın sorulmadan gönderildiği hayata "burada dur" diyerek zincirlerinden kurtulması ve en azından ne zaman çekip gideceği kararını verebilmesinin yüceliğindendir. Kendi irademizle, özgürce, hayatımızı gerçekten istediğimiz şekilde etkileyecek tek karar budur belki de.
Belli ki çok güzel bir insanmışsın Mehmet Pişkin. Umarım yanılmıyorumdur. Hep huzurla kal, hepimizden şanslı ve cesaretlisin...
Jön denilince aklına Kıvanç Tatlıtuğ değil de Ediz Hun gelenler korkmayın yaşlanmadık daha. Di mi?
Küfürden neden korkuyorsunuz? Tam olarak hangi kısmı midenizi bulandırıyor? Sokakta langır lungur kullanan ayılardan dolayı mı nefret ettiniz yoksa sadece çok nefis bir aile terbiyesi aldığınız için irite mi oluyorsunuz? Birine küfredecek kadar çok hiç kızmadınız mı? En kötü kelimeniz "salak" mıydı? Hiç isyan etmediniz mi, boğazınız patlayana kadar çığlıklar atıp sinir krizi geçirirken de naif sözler mi geçti aklınızdan? Yoksa hiç sinir krizi geçirmediniz mi? Hiç nefretinizi anlatacak kelime bulamadığınız biri de olmadı hayatınızda demek? Anlıyorum.
Lgbt onur yürüyüşü vardı geçenlerde. Yanlarında olmak istedim, olamadım. Bitmedi yıllardır çektikleri. Dar kafalı ruh hastaları yüzünden zaten özgür olamayan insan yaşamını daha da kısıtlamak zorundalar ne acı.
Olayın ne kadar basit olduğunu göremiyor hiçbiri.
Ben mesela muz seviyorum. Ama karşımdaki hiç sevmiyor. Ve bana diyor ki "Karşımda muz yiyemezsin. Çocuklarımı da muz sevmeyen insanlar olarak yetiştireceğim, onları özendiriyorsun"
Ne kadar salakça değil mi?
Hiç şaşırmayın veya basit bulup ne alaka demeyin bu örneğe. Bir fark yok aslında özünde.
Sen çocuklarını özenti uğruna hayatlarının akışını değiştirecek kişiler olarak yetiştiriyorsan onlar yolunu bulur bir şekilde. Ha gerçek kararlarına saygı duymayacak kadar kötü bir ebeveyn isen o ayrı.
Bana bir de eşcinsel değilken neden onların haklarını bu kadar savunup her yerde dile getiriyorsun demiyorlar mı...
Hama boncuklarından lgtb bayrağı kolye yapacağım yakında :)
Mamak Ankara'nın en kokuşmuş ilçesidir. En pis, insanı en hödük, çevresi en uzak durulası ve okuluyla, esnafıyla en yaşanmayacak yeridir.
Geçen aylarda 20'lik diş sancım tuttu. Yakın diye mamak ağız ve diş sağlığına gittim. Bir doktor geldi karşıma tam bir Cem Yılmaz filmi tiplemesi. Bir tek sigarası eksik.
Dizmiş hastaları 4 koltuğa inci gibi. Bana "uzan ablacım şöyle" dedi. (Ablacım?)
Ardından bir bomba daha.
Aç ağzını bacım. (bacım?)
"İyi ver o zaman 2 kilo" diyecektim ki yirmilik dişi bütün dişlerimi kökünden oynatarak çekti ayı!
2 hafta sancı çektim.
Şuradan kurtulmaktan başka bir dileğim yok artık!
Ne sen leyla' sın ne de ben mecnun
Ne sen yorgun ne de ben yorgun
Kederli bir akşam içmişiz, sarhoşuz, hepsi bu.. / Bunu dinlemek istiyorum
Okullar bir bir imam hatip oluyor. Korkuyla yaşamaya alıştık da ne zaman korkumuz kabusa dönüşecek onu çok merak ediyorum.
Ölüm hakkında izlediğim en nefis dizilerin başına oturdu Six Feet Under.
Felsefesi, karmaşası, gerçekliği, saçmalığı ile her bir taraftan işleniyor ölüm gerçekliği. Son sezondayım, bitirip yazmayı istiyorum bir an önce.
Post yazarken dinlediğim müzikle bağlantılı olarak yazdığımı öylece bırakıp şarkı söylemek, başka yazılar yazmak, araştırma yapmak veya sadece düşünmek gibi bambaşka işler peşine düşebiliyorum.
Odaklanma sorunu ♥ ben.
Bu yüzden post yazarken illa ki beni konuya çekecek şeyler dinlemem gerekiyor.
Rüyaları gerçeğe dönüşen insanların azlığı ve insanlık olarak ne kadar zavallı olduğumuzu unutmak istediğim zamanlarda yabancı yetenek yarışmaları videolarını izliyorum.
Özellikle" yabancı" diye belirtiyorum çünkü kulağıma kalıcı hasar verecek kadar korkunç seslerin bu güne kadar "çok güzel kadın" dan başka bir vasfı bulunmayan kişiler tarafından alkışlanması izleyeceğim ve katlanabileceğim bir şey değil. Çok merak ederseniz şöyle bir rezillik gösterebilirim.
Gerçek ya da değil bilemem ama hayallerine adım adım yaklaşan insanların heyecanları beni de onlarla birlikte ağlatıyor çoğu zaman. Hele ki ne kadar muhteşem bir yeteneğe sahip olduklarını anladığımız o an, müthiş!
Kalbimdeki sırasıyla izleyin diyorum : Melanie Amaro ♥ , Carly Rose Sonenclar, Rachel Potter, Susan Boyle, Aliki Chrysochou, Alex and Sierra, Panda Ross
Salak ötesi şeylere günlerce gülebiliyorum. Mesela şu. Suaviyi çok severim ama, lütfen.
Şunu iyice anladım ki ben insan sevmemenin yanında özellikle normal insan sevmiyorum. Normal biriyle konuştuklarım çok iyi ihtimalle sadece eğlendiriyor beni, güzel zaman geçiriyorum.
Ama ruhumu ve kalbimi parlatan bu değil. Bir kelime daha edebilsem diye deli olduğum bütün insanların hepsi arızalı, sorunlu, hasarlı ve çok, çok güzel...
Tokalaşmaktan korkan insan var arkadaşlar. Evet var. Ve gün geçtikçe karşıma daha çok çıkarak toplum içinde hulk'a dönüşmeye zorluyorlar beni.
Uyanıver gökyüzüyle sonsuzluğa
Unutuver hatırlatırsa ellerin
Süzülsün dudaklarından yıllar boyunca
Son bir nefes, acım katlanınca / Bunu dinlemek istiyorum
Ülke olarak babet çorabı mevsimini kapattığımız için çok mutluyum. Babet çorabı. Bak isminde hayır yok daha. Babet dediğin rahat etmek için tasarlanmış dümdüz, sade, şirin, uslu bir şey. İçine çorap mı giyilir yahu. Niye olayı karmaşık hale getiriyorsun ki? Türklüğünüzü belli etmeyin her yerde. Bir de kenarları tığ oyası gibi bişiy var, o olunca çok kibar duruyor tabi, tabi.
Ve nihayet kendime edepsiz bir blog açtım. Edepsiz derken rahatça konuşabilmek manasında hani. İçimden geldiği gibi karalıyorum dünyayı. İnsanlardan ve gerçeklikten bu kadar sıkılmaya devam edersem bir gün bu bloğun kapısına kilidi vurup o tarafa kaçabilirim. Umarım o kadar delirmem.
Yaşanır ağır ağır büyük aşklar tomar tomar
Gelir üstüme birikir.
Yetişir ağır ağır çocuklar da kendini tanır sonra hemen unutur.
Olmalı...
Eğer ipler senin elindeyse hemen çek göster.
Göster bana ne kadar çelimsiz ve sevimsiz olduğumu. / Bunu dinlemek istiyorum
Zamansız biri oluyorum zamanla. Sabahlar, öğleler, akşamlar geçiyor. Herkes, her şey aynı. Ben bile aynıyım hayret. Varışa koşan atlet gibi kan ter içinde ama sanki bir şeyi kazanma arzusuyla hiç durmuyoruz. Hepimiz manyak, hepimiz hastayız.
Durmak çok güzel olmaz mıydı? İleride ne var farklı olan? Bilen yok. Hep bir beklenti yar. "Yarın olsun da" , "şu ayı bir atlatsak" , "sonuçlar bir açıklansın" , "3 yıl sonra rahatız"
Sonra pat. Ölüm. Varış çizgisi yok. Yarışlar hep yarım.
Kış şarkılarımı beğendiniz mi?
İyi geceler dünya.
Lütfen şu an mutluluğu tadıyor ol, Mehmet Pişkin. Lütfen.
Serinin diğer postları : 1 / 2 / 3