Quantcast
Channel: Ponti
Viewing all articles
Browse latest Browse all 221

Ön Yargılarımı Yıkan Şiir Gibi Film : Kelebeğin Rüyası (2013)

$
0
0
Merhaba izleyici.
Yılmaz Erdoğan filmlerinin bende her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Sevmediğim filmi yok gibi.
Türk sinemasından bucak bucak kaçarım. Bunu iyi bir haltmış gibi söylemiyorum ama Recep İvedik'in tüm zamanların en çok izlenen filmi olduğu bir sinema kültürünü de ne kadar sevebilirim siz düşünün.  

Bir de madalyonun öbür yüzü, Nuri Bilge Ceylan ve müridleri kısmı var ki o kısıma da pek sevdiğim söylenemez. O yüzden Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve nadiren rastladığım, eleştirel festival filmleri dışında pek türk filmi izlemediğim için Kelebeğin Rüyası 'nı izlemem de biraz zaman aldı. 

Ama ne kadar geç kaldığımı izlediğimde anladım. Öyle, öyle,öyle güzeldi ki...
Kıvanç Tatlıtuğ'un oyunculuğu önünde saygıyla eğilerek bütün ön yargılarımı kırdım.
Mert Fırat'ı severdim ama daha da sevdim. 
Yılmaz Erdoğan'a hem rolü, hem de yönetmenliği ve senaristliği icabıyla daha da hayran oldum...

 Kelebeğin Rüyası , hayatlarını anlattığı şairleri utandırmayacak "şiir" gibi bir film...






Gerçek hayatlardan uyarlanan film 1940' larda geçiyor. Mükellefiyet kanunu çerçevesinde Zonguldak'taki maden ocaklarında çalışmaya zorlanan 15-65 yaş arasındaki insanların dramını işlerken, bir yandan da Behçet Necatigil 'in (Yılmaz Erdoğan)  verem hastalığına yakalanmış öğrencileri olan şair Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) ' nun hayatını anlatıyor bize. 




Edebiyata ve sanata tutkun iki şair, ünlü edebiyat dergisi Varlık'ta şiirlerini yayınlatmak için uğraşmakta, bu yolda öğretmenleri Behçet Necatigil'den tavsiyeler almaktadır. Tam bu dönemde belediye başkanının kızı Suzan (Belçim Bilgin) Zonguldak'a gelir. İki şairimiz Suzan'ı görür görmez bir iddiaya girer. İkimizde birer şiir yazacağız, kız hangisini beğenirse o kazanacak. Bunun üzerine şair Muzaffer o ünlü repliği söyler :

-Kız şiirden anlıyorsa beni seçer, anlamıyorsa zaten senin olsun. 




Başta konunun gidişatının iki arkadaşın Suzan için kavga etme noktasına doğru ilerleyeceği zannedilse de olayların öyle gelişmemesi filmi sevdiren en önemli etkenlerden biriydi sanırım. 
Suzan üzerine girdikleri iddianın Suzanla alakası olmadığını, sadece Suzan'ın güzelliği gölgesinde büyüttükleri şiire olan tutkularından kaynaklandığını daha iyi anlıyoruz olayların gelişimi sayesinde. 
Diyaloglar o kadar güzel ki durdurup not aldım sürekli. Zaten şiirin üzerine kurulu bir filmden beklenilecek her şeyi veriyor film. 
En etkileyici anlatımlarla bezeli, içinde hem dramı hem de en aydınlık duyguları barındıran, su gibi akan, yok yok en güzel tabiriyle "şiir" gibi bir film. 

Özellikle Yılmaz Erdoğanlı sahnelerde birbirleri ile şiir yoluyla iletişim kurmaları enfesti. O sahneleri  ne kadar uzatsalar da izleyebilirdim sanırım.



Zamanla Suzan, Muzaffer ve Rüştü ile arkadaş oluyor fakat kalburüstü çevrede yaşayan Suzan'ın veremli iki şairle görüşmesi en başta babası tarafından hoş karşılanmıyor.  
Şiirin çevreleri tarafından küçük görüldüğü ve şairliğin bir meslek olarak görünmediği bir zamanda Rüştü ve Muzafferin hayalleri gerçekliğe defalarca yenik düşüyor. Özellikle şairlikten para kazanarak kendi ayakları üzerinde durmak isterken, bir çok defa aşağılanmaları en üzen sahnelerden oldu hep. 







Başta dediğim gibi Kıvanç Tatlıtuğ'a fazlaca birikmiş bir ön yargım vardı. Kızların yakışıklılığına ölüp bitmesi ve hep popüler dizilerde oynaması sebebiyle şişirilmiş oyunculardan biri zannederdim onu.  Ama bu film ile birlikte bu yargım kesinlikle değişti. Çekingen, içe dönük ve şiire aşık şair Muzaffer rolünü çok iyi giymişti üzerine. 

Bu rol daha iyi oynanabilir miydi? Belki. Ama rolü için yaptığı en büyük değişiklik saçının rengini değiştirmek olan ve aynı mimik ve tavırlarla 54685 karakteri oynayabilen oyuncularımızdan sonra bir film için bu kadar kilo vermesi bile takdirimi kazanmaya yetti. Ben türk sinemasında hatırlamıyorum işini bu kadar ciddiye alıp fedakarlık yapan bir oyuncu. Hatalıysam hatırlatın. 

Bir sahnede tişörtünü çıkardı yok artık dedim. Kaburgalarının sayılmasından ziyade bütün iskeletini görebilirdiniz. Takdir ettim.






Mert Fırat'ı ise sevdiğimi söylemiştim. Özellikle Başka Dilde Aşk filmindeki rolüyle 
her zaman hatırlarım. Filmde ise tabi ki Kıvanç kadar iyiydi ama ona alıştığım için o kadar şok olmadım sanırım :)

Belçim Bilgin'in oyunculuğu hakkında bir şey diyemiyorum. Sadece lise çağında bir kız için görünüşü fazla olgun, sesi ve tavırları ise "özel" bir kız için fazla tiki idi. 
Bir de rolle ilgili bir sorunum var. Bu kadar şiir odaklı duygusal bir film için Suzan rolünün "özel" olduğunu belli edecek, onu diğer kızlardan ayıracak özelliklerinin daha çok göze batırılmasını isterdim. Diğer konuların gelişimini sekteye uğratmadan, ufak detaylarla. Yukarıda dediğim gibi belki de Belçim Bilgin'i ses tonu ve konuşma tarzıyla "şımarık zengin kızı" rolünden çıkaramadığım için böyle hissetmiş olabilirim. 




Not ettiğim repliklere geçmeden önce son olarak filmin her biri fotoğraf karesi tadında sahnelerine değinmek istiyorum. Diyaloglar ile işlenen şiirin büyüsü sahnelerde de vardı. Öyle ki durdurup ekran görüntüsü almak istedim sürekli. Sanki bir fotoğraf dizisine bakarmış gibi oldum filmi izlerken. Çekim açıları ve teknikleri filme yakışır şekilde şiirseldi. Bu benzetmeyi çok kullandığımın farkındayım ama fillmin güzelliğini anlatmak en çok bu cümleyle mümkün oluyor sanırım.

Bir kaç kişi tarafından "gereğinden uzun" ve "kopya sahneler var"şeklinde eleştirilen Kelebeğin Rüyası'nda en başta dediğim gibi ağır sanat filmleri sevmememe rağmen bir an bile sıkılmadım. Her sahne, her diyalog gerektiği kadardı.
Kopya sahneler konusunda ise eleştirdiğim bir türk filmi ise biraz toleranslı davranmak zorunda kalıyorum. Çünkü bu sektörü çıkarabildiğimiz nokta ve sunabildiğimiz kaliteli film sayısı göz önüne alınırsa bu sonuçları daha iyi noktalara taşıyacak her filmin genel standartlara göre değil de daha spesifik olarak eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. En başta türk sinemasına verilecek destek açısından bu çok önemli. 



Yine çok konuştum. Her film postunda sade olacak diyorum ama hissettiğim duyguların yoğunluğuyla ilgili olarak pek durduramıyorum kendimi  (*^.^*)


Gelelim filmin hayran kaldığım, şiir tadındaki en güzel repliklerine :


Yolcu vedalaşmayı bilecek...
Ne kısa tutacak, ne lüzumundan fazla uzatacak
Onu başka bir kanaatle aldatmaktan geçer bir fikirle vedalaşmak
Yolcu vazgeçmeyi bilecek, kendisinden bile
Yoksa gölgesi boyunu aşar
.........................................................................


(Şiire isim düşünürken)
Rüştü : Petek! Petek nasıl?
Muzaffer : Fazla tatlı. Bir edebiyat dergisi için fazla tatlı. Şey olabilir mesela, şehir! Şehir.
Rüştü : Yaşamak da olabilir. Yaşamak güzel değil mi hocam?
Behçet :  Bazen... Mesela şu yediklerimizin parasını peşin verebildiğimiz bir yaşamak daha güzeldir. 
.........................................................................


- Kız şiirden anlıyorsa beni seçer, anlamıyorsa zaten senin olsun.
.......................................................................


- O kıza şiir yazılmaz.
- Niye?
- Elini sıkmadı senin.
- Korktu, herkes gibi.
- Herkes gibi olana şiir yazılır mı?
- Yazılmaz mı?
- Yazılır mı?
- Biz kıza şiir yazmayacağız ki, kız bizim bahanemiz. Aşk bahanesidir şiirin. Nasıl?
.........................................................................


- Sonunda putları yıkıyoruz.
- Yenilerini yaparlar merak etme.
........................................................................


- Aslında insanlar tokalaşınca verem bulaşmaz. Olsa olsa biraz sevgi bulaşır, o da unutunca geçer.
.........................................................................


- Yazdıklarınıza aşık olmayın, ama yazın.
.......................................................................


- Tek yaptığımız tutanak tutmak, gerisi takdir-i mutlak.
.........................................................................


- İyi şiir sahipsizdir...
.........................................................................


- Hastayız biz!
- Aşığız biz.
.........................................................................


Acı bahanesidir şiirin,
Aşk bahanesidir şiirin,
Şiir bahanesidir hayatın.
........................................................................


- Nedenini bilmediğim gizli bir kibir var bende
.........................................................................


Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim.
Aynalardan evvel.
.........................................................................


- Sen kötü şeyleri çok güzel söylüyorsun
.........................................................................


- Unutmak değil ama belki hatırlamamak mümkün.
.........................................................................


Behçetin, şair Muzafferi sanatoryuma alması için baş tabibi durdurup Muzaffere okuttuğu şiir :

Diyecekler ki arkamdan, ben öldükten sonra ;
O yalnız şiir yazardı ve yağmurlu gecelerde elleri cebinde gezerdi.
Yazık diyecek hatıra defterini okuyan
Ne talihsiz adammış,
İmanı gevremiş parasızlıktan.

.........................................................................


Hiç değinemedim fakat filmin Rahman Altın imzalı müzikleri en az film kadar başarılı.
Şiir ve müzik hayatımızdan hiç eksik olmasın...
Sevgiler.






Viewing all articles
Browse latest Browse all 221

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue